18 Ocak 2011 Salı

Yalan...

Bu satırların herbiri sarhoştur, çakırkeyftir. Affınıza arz edilir...

Sarhoşluk Beşiktaş hasretiyle karışınca, dünyanın en kafayı güzel eden duygusu gelişir metabolizmalarda. Hasretimizin nedeni Beşiktaş'ın epey zamandır "Allah Allah Allah Allah saldır Beşiktaş" diyeceğimiz bir maça çıkmamasıdır. Manisa maçı çöle düşürülmüş bir esirin ağzına verilen bir damla sudur olsa olsa ölmemesi, yaşama tutunması için. Hasretimiz hala olağanı çoktan aşan boyutlardadır. Oysa gönülde başka bir hasret olsa kağıda kaleme dökmeye dahi tenezzül etmeyiz, ama mesele sen olunca ille de tutamayıp kendimizi, hem ağlar hem söyleriz.

Oysa bir çok yokluk gördüm ben, hiçbiri seninkine benzemiyordu. Oysa birçok hasret gördüm seninkinin milyonda biri kadar etmeyen. "Adam gibi hasretleri özledik" derken şair, ben o adam gibi hasretlerle bir tek seni özdeşleştirebiliyordum. Gurbet elde ilaç olacak valide sultan çorbası bile senin bulunduğun bir deplasman şehrinde içilen çorba kadar ısıtmıyordu içimi. En acıkmış, en susamış, en perişan anımda, lokantada istenen çorba gibiydi varlığın. "Kaşığa gerek yok, ekmek bol olsun" dercesine seni öyle kolayca kaşıklayarak içmek yerine ekmeğe banıyordum ki daha bir doyurasın. Varlığın içimin ısınış sebebiydi ölesiye. Sanki hayatta en çok sevdiğinin gidişine izin vermiş ve bundan vicdan azabı duyan bir meczuptum. Benim aciz kelimelerim yetersiz kalıyordu hasretini anlatmaya. Senin hasretini anlatmak içinse ben dahi acizdim. Başvurdum üstadın dizelerine...

Hangi cama kafa atsam?
Hangi kapıyı omuzlayıp kırsam?
Hangi meyhanede dellenip, hangi masaları dağıtsam?

Ben de bu sersem başımı, karakolun duvarına vursam.
Kendimi caddeye atıp, arabaların altına savursam.
Hangi tercih beni en hızlı şekilde öldürür?
Hangi şekil öldürmez de, ömür boyu süründürür?
Kayıp ilanı mı versem, şehir şehir dolanmak yerine?
Ödül mü koysam, ölü veya diri seni bulup getirene?
Hangi ayrılık var ki, böyle diş ağrısı gibi durmadan
zonklasın?
Hangi cam kesiği var ki, böyle musluk gibi içime damlasın?
Hiç sanmam! ...
Hasta kalbim bunu bir süre daha kaldıramaz! .
Feriştah olsa, böyle eli kolu bağlı bekleyip duramaz.
Hangi mübarek dua,
Hangi evliya tesir eder, seni döndürmeye?
Hangi aptal mazeret ikna eder, ateşimi söndürmeye? 

Bana inanmıyorsan bari Hayaloğlu'na inan. Seni siyah şort beyaz formayla görmediğimden beri hayatımdan neler eksildi bir bilsen... Ama en acısı hiçbir eksilenin eksikliğini senin kadar hissetmediğimdi. Sen bir çıksan sahaya tüm hasretler bitecekti. Benim sana hasretim herhangi birinin, herhangi birşeye duyduğu hasret gibi değildi. Ben yine herhangi biriydim ama sen hep farklıydın. Ben seni en kötü zamanında bile delicesine özlemiştim. Hani insan annesini bile kıırarken ona sarılmayı ister ya aynı anda, aynen öyle. Hani seversin, özlersin de özledimn demeyi kendine bile yediremezken onu karşında bulursun da Munzur suyu gibi akar gözlerin, aynen öyle. Ve ben öyle sevmiştim ki seni, hani hayvanlar yavrusınu nasıl yalarmış, aynen öyle. Ve o nasıl ayrılıktı be, hani bir tren gelir de üzerinden geçermiş, aynen öyle.

Anladım ki ben sensiz bir hiçtim. Sen ise bensiz, bensiz olduğunu bilmeyecek kadar fire vermeyerek büyüklüğünden, hep aşık olup söyleyemediğim en platonik hikayem gibi, resmini elime aldığımda dev cüssemi titreten o sevdalım gibi, benim seni düşünmeye feda edilen uykularımdan ve sana armağan uykusuzluklarımdan habersiz, yüreğimde büyüyen bir tümör hesabı öldüreceğini de bilsem kurtulamadığımdın. Başka kurtulamam dediklerimi bi celsede silmişken, bir tek sen benim atlatamadığım bağımlılığımdın. Alkolden ve mezesinden de öte...

Benim kelimelerim acz içinde kıvrandıkça Hayaloğlu şiirin sonuna geliyordu. Ben senden başkasına vazgeçilmez dediğim günler için kendime küfrediyordum sözler ilerledikçe. Herşeyin sebebi sensizlik, bu terso gidişin tüm müsebbibi bizim kavuşmamıza fasıla veren düzendi. Şimdi radyoda İbo da çalsa ayrılığı anlatan bu şiir kadar dokunmazdı bana, ve önüme zemzem de gelse hasretinin şerefine içtiğim her neyse onun kadar arılatamazdı ruhumu. Üstat Hayaloğlu son iki mısrada epey bi saydı kendisine yamuk yapan, dilimin yenge demeye varmadığı sevdaya ve dedi ki:

Hangi mermi dağıtır insanlara olan inancımı?
Hangi bekçi, hangi polis artık zapteder beni?
Ve! .. Hangi su bağışlatır?
Hangi musalla temizler seni?

Oysa hiçbir su seni bağışlatmaya cüret edecek kadar temiz değildi ve seni değil, bizi temizleyecek o musalla ölmeden mezara konsak da bizi korkutmayacak o musallaydı. Ben senden bi başkasını sevebildiyse yüreğim adına herşeyden, en başta senden özür dilerken, sana yalvarıyorum bir an önce gelsin o Cuma ve çık o çıkış tünelinden.

Bu yazının başlığı, senin dışında ne varsa onu anlatır. Hayaloğlu'ndan sonra ve hala dublede bir fondip miktarı rakı varken Tatlıses de iyi gider.

"Şu koskoca dünya alem, içindeki neşe elem
Yazımızı yazan kalem, anladım ki hepsi yalan
YALAN..."

Böyle bir alemde tek gerçekken çık sahaya ve bizi sensizliğe mahkum etme, olmaz mı?

Uçurumun kenarında tutunduğumsun Beşiktaş, ve senden başkası YALAN...

Hiç yorum yok: