9 Nisan 2010 Cuma

Sözleşmeye 1, Gönüle 5...

Mustafa Denizli ile anlaşma sağlanması bir çoğumuzda soru işaretleri çıkarttı ortaya.. Sanırım basının da "gaz" etkisi yüksek etki etmekte bu duruma...

Bakıldığında bu sezon'a Mustafa Denizli ile kötü başlangıç yaptık. Gol sorununu şu zamana kadar oy
nadığımız her maçta yaşadık. İstatistik olarak üstünlük sağladığımız karşılaşmalar buna; Türkiye Kupası, Şampiyonlar Ligi, Turkcell Süper Lig maçlarıda dahil olarak, iki elin on parmağını geçmeyecek kadar az demek mümkün. Gençlere şans tanımaması ve forvet hattını fazla çalıştırmaması da göz önüne alındığında Mustafa Denizli başarıları ile kıyaslandığında "tesadüfi" bir çalıştırıcıdan öteye geçmiyor kimilerine göre... Eyvallah... Transferde "ego"larına yenik düşen bir başkanımızında olduğunu hatırlatarak, geçen sezon yarısında gelen bir teknik direktörün "selef"inin kalıntıları ile "şampiyon" yaptığını düşünen insanlarda var... Eyvallah... Geçen sezon sonunda sözleşme yenileyecek mi yenilemeyecek mi gibi düşüncelere boğduğunda gündemi, akabinde sözleşme imzalamasıyla, "naz"a çekti diyen bünyelerde mevcut... Eyvallah... 2009/10 sezonuna dair ulaştığı başarıları saymak şuan için imkansız... Ha bir tek Old Trafford'da Manchester'a karşı kazandığımız 3 puan var... Eyvallah... Özellikle sezon başından beri "rotasyon"a uğrattığı Beşiktaş kadrosu en belirgin özelliği Denizli'nin...

Peki Mustafa Denizli neden 3 büyükleri şampiyon yapabildi? diye soruyor insan, bu kadar eksi'ye rağmen... Düşündürücü bir durum çıkıyor ortaya...

Mustafa Denizli'de benim gördüğüm olumlu yönlerden en belirgini, "basın"ı susturacak nitelikte bir kişiliği olması... Hatırlayın Ertuğrul Sağlam dönemini... Ve basın'ın bize karşı yaptıklarını hak vereceksiniz... Bir diğer özelliği ise, "büyücü" , "sihirbaz" oluşu, şapkadan "tavşan" çıkartması...

Denizli'nin gençlere şans tanımaması en olumsuz yanı... İşini garantiye almayı seven bir insan olduğunu düşünüyorum herkes kadar. Ki, sayın Denizli'de yaptığı kontratlar ile de bunu kanıtlar nitelikte hareket ediyor. Bu aşama da okuduğum haberin yalancısı olarak, gönülden 5 yıl bağlandığını belirten Denizli'nin 5 sene içinde olası gençlere şans tanımamasını düşünürsek, "Eyvah" dememek elde değil. Necip Uysal'ı kadroda tutarsa; Ali Kuçik 24, Can Erdem 28, Batuhan Karadeniz 24, Cumali Bişi 23 ve Necip ise 24 yaşlarına tekabul eder ki forma bulmamaları imkansız hale gelir. Tabii burada kiralık olarak başka takımlara gönderilmemeleri veya satılmamaları şartı aranmalı... Bunlar gerçekleşir ise Mustafa Denizli'nin gençlere şans tanımayan bir hoca olarak anılmasınıda kendi stiliyle gerçekleştirecek olması kaçınılmaz olur. Zihinler de gençlere şans tanıyan, 3 büyükleri şampiyon yapan tek Türk teknik direktör olarak tarihe geçmesi mümkün hale gelir. Muhalefetine karşılık olumlu olarak bir iş gerçekleştiği için şanslı olmalı... A2 takımındaki gençlerimizden en şanslı olanı ise kanaatimce Can Erdem... Ağabeyi Yusuf Şimşek'in yaşı ile kıyaslama yapılırsa en garanti futbolcu olarak göze batıyor, gelecek 5 sezon içerisinde...

Şahsi görüşüm şudur ki, 2009/10 sezonuna kötü bir başlangıç yaptık... Çeşitli sebepleri var elbet... Bunda teknik ekibin pay sahibi olması kaçınılmaz... Yönetimimizinde öyle... Şayet bu takımdır 2008/09 şampiyonu ve bu takımdır ki 2009/10 sezonuna yurt dışı kampı yapmadan, Ümraniye Nevzat Demir Tesisleri'nde hazırlanan... Psikolojik olarak düşünüldüğünde hangimiz değişikliğin iyi gelmediğinden bahsedebiliriz?... Beşiktaş'ta kangren olan tek nokta statü olarak yönetim olduğu aşikârken, teknik ekibinde bu yönde seyir halinde olmasını neden insanlar normal karşılayamaz anlamış değilim...

Not: Tat katmak amacı ile yazılmış bir yazı olarak görünüz...

1 Yıl Daha...


Yönetimimiz mevcut teknik direktörümüz Mustafa Denizli ile 1 yıl daha anlaşma sağlamış bulunuyor. Resmi siteden açıklama yapıldı. Bir kaç gündür söylentisi mevcuttu zaten ortalıkta... Olacağı da keza buydu. Şayet ben Mustafa Denizli'den başka Yıldırım Demirören ve ekibine eşlik edebilecek başka bir Türk teknik direktör görememekteyim.

Ne diyelim? Hayırlı Olsun...

Seba'ya Çek Kaptan !


Beşiktaş Nedir?

Bu soru içimizden herhangi birine sorulduğu vakit en güzel edebi sanatlardan tutun da, en gözü kara taraftar jargonuna kadar dökeriz ortaya heybemizde ne varsa. Kimi zaman hayat deriz, kimi zaman o da kesmez, ab-ı hayat belleriz.

Peki hayat nedir?

Hayat görüp görebildiğimiz, hatta varlığını görmeden de bildiğimiz kavramların bileşkesidir. İçinde biz olmasak da yaşanılan her yerde bir hayat söz konusu, bu kesin. Dolu dolu yaşamak zor zanaat bu yüzden, fakat ne mutlu bize ki hayatımızı tıka basa dolduran ve bir toplu iğne başı kadar boşluk bırakmayan Beşiktaş var, hayatı yaşanılası kılan.

Kıssadan hisse; mesele hayatı Beşiktaş ile yaşamak iliklerimize kadar. Ancak esas mesele Beşiktaş ile dolup taşan bu yaşam biçimini ne derece hakkını vererek yaşayabildiğimiz.Tribün kovalamaktan, gırtlak patlatmaktan, lisanslı ürün alarak yapılan maddi katkıdan daha önemlisi Beşiktaş’ın her zerresini vücudun her hücresine zerk edebilmek olmalı kanımca.

Bize Beşiktaşlılığı şırınga eden büyüklerimiz ve daha sonra da araştırıp okuduğumuz şanlı tarihimiz der ki Beşiktaş’ın ilk adı Bereket, ilk faaliyetleri ise jimnastik üzerine. Şimdilerde sektör haline gelip güncel yaşamın önemli bir parçası olmuş olan futbol ise ayaktopu adıyla Şeref Bey’in sayesinde giriyor Bereket kapısından içeri. İlk kurulduğu günkü kadar vakar içinde ve temiz olan Beşiktaş, ilk kurulduğu ismi kadar bereketli meyveler veriyor gün geçtikçe. Fakat her ne hikmetse herkesin aklını bir ayaktopu fethetmiş gidiyor.

Öyle ki; milyon dolarların savrulduğu lüksten ziyade Lale Devri içindeki Ümraniye de bizim, onursal başkanımızın adını verdiğimiz Süleyman Seba Spor Salonu da. Fakat birinin ardında duruma göre değişen coşkulu, öfkeli, heyecanlı ama en umumi halde aşık bir ordu, bir diğerinde ise yalnızlık hakim. Yalnızlık dediysem dibine kadar, taraftarından yönetimine. Bazen bizler bile, evet akşamki futbol maçını bekleyişte Seba’yı değil de Kazan’da makarayı tercih ediyoruz. Kimse anlatmasın tersini –önce iğneyi kendimize- yanlış okumadınız, tercih ediyoruz.

Bereket ağacının en olgun, en güzel meyvesi yerine vefasızlığın, yalnız bırakmanın sillesini yiyoruz. Aklımıza giren o şeytan bozuntusu ne hikmetse uçaktan inip otobüslerle en baba otellere yerleşen futbol takımını meşaleyle karşılamaya örgütleyiveriyor da, eltopuna bir el atasımız yok hiçbirimizin. Yazık…

Bir baba düşünün, bir sürü evlat sahibi.

Biri sürekli yağ ve balla besleniyor. En güzel giysilerle donanmış façası ve bolluk içinde ‘’şımarık çocuk’’ Aynı evde bir başka canın karnı aç. Üstü başı yırtıklarla dolu. Ancak bu kadarla kalsa iyi, üst baş sadece görebildiğimiz kısımmış. Daha derinlerde, yüreğinin ta içinde daha derin yaralar varmış gözü yolda beklentilere sebep.

Evlerini bedavaya açıyorlar bize, parkeye ayak basmamız için.

Beşiktaş formasına yakıştırdığımız o ruhu son damlasını dahi esirgemeden akıtıyorlar parkeye. O duvarlar, o parke yumuşadı inançlarına karşı ve diz çöktü önlerinde, peki ya bizim taş kalbimiz nasıl elverdi onları böyle yalnızlığa itmeye?

Futbol takımının forma tasarımına ağız burun kıvırdık ya sezon başı; yine de maç sonu biri fırlatsa da tribüne üç beş sıra yuvarlanma pahasına kapsak diyoruz hani içten içten…

Parkenin kahramanlarının burun kıvırabileceğimiz, hatta sevinç anında gaza gelip tribüne fırlatacakları bir formaları bile yok, çünkü üstündekilerin yedeği yok.

Hani futbol takımını tesislerden alıp stada otobüsle giderken onlar, biber gazlarına, tazyikli sulara maruz kalmayı göze alıp gidiyoruz ya peşlerinden;

Hentbol takımının alıp salona götüreceğimiz bir otobüsü bile yok. Var olan otobüs takım otobüsü değil, deplasman otobüsü.

Hani şu bizim her hafta cukkayı ayarlarsak yerimizi aldığımız deplasman otobüsleri var ya; onun içinde takım olan versiyonu.

Avrupa deplasmanları hariç (bir zahmet) ve Türkiye kupası finali dahil olmak üzere deplasmanlara dahi otobüsle gidiyor bu takım, üstelik bu haliyle şampiyonluk üstüne şampiyonluk, zafer üstüne zafer, gurur üstüne gurur yaşatarak.

Bunlardan haberdardık belki, ama görmediğimiz yaraları da varmış. Yokluk içinde yokluk çeken hentbolcularımızın paraları da yokmuş hesaplarında, yatmamış. Oysa suç bizde değil, CAS’a gitmeyip anamızı ağlatmayan sporcularda. Ruh ararken ruhlaşmışız gözümüzün önündeki ruhu fark etmeyecek kadar, ama suç bizde değil. Suç ‘’Doğuştan Beşiktaşlıyım’’ demeyerek boyayı gözümüzden esirgeyen hentbolcularda.

Sorarım size; bir maçta, sinemada, tiyatroda, sokakta hentbolcularımızı görsek ne kadarını tanırsınız, tanırız?

Gözüm, mesele eltopu, ayaktopu değil, mesele Beşiktaş.

Mesele var olmakta, Beşiktaş’ın olduğu yerde olmakta, oradaydım diyebilmekte.

Kabul ediyorum, ben de cahiliyimdir bu meretin. Taktiğini tekniğini, kural kaidesini bilmem. Yedi metreymiş, iki dakika cezasıymış, pek çakoz etmem. Ama adalet dersen, ucundan kıyısından biraz da olsa anlayacak kadar kantarımız mevcut çok şükür.

Burada bir adaletsizlik var, bir keşmekeş, bir idrak edememezlik. Ben de varım bu girdabın içinde herkes kadar…Bir dahaki hentbol yazısında daha dolu dolu yazabilmek isterim şikayetten ziyade. Ama şimdilik kulağa küpe kıvamında kıssadan hisse şu olsun: Beşiktaş ayaktopundan ibaret değil, herkes bıraksın bu ‘’ayak’’ları.

Şarkılara isim olmuş Beşiktaş tramvayının emek kokan her bir durağında daha sık buluşmak üzere.

Hoşçakalın, esen kalın. Biraz olsun Seba’da kalın…

TSL: 29. Hafta: Beşiktaş JK - Trabzonspor


Turkcell Süper Lig'in 29. haftasında sahamızda Trabzonspor'u ağırlıyoruz. Şampiyonluk yolunda kritik bir maça çıkıyoruz. Sakat oyuncularımızın çokluğu can sıkıcı bir durum. Sakat oyuncularımızdan Ernst ve Tello'nun maça yetiştirilmeye çalışıldığı söyleniyor. Dileriz yetişirler...

Trabzonspor'u ilk yarıda ki maçta kendi evinde 2-0 mağlup etmiştik. Defansif bir kadro yapısı ile çıktığımız maçta, etkili futbol oynamamıştı takımımız. Kadro yapısından mıdır? bilinmez fakat aynı defansif kadro ile çıkılan maçlarda etkili futbol oynamayı da başarmıştık. Mustafa Denizli'nin kadro yapılarında istikrar sağlayamadığı ortada...

Lig'in ilk yarısında Trabzonspor maçına tekabül eden dönemde Beşiktaş'ımız zorlu mücadeleler verdi ve yüzleri güldürdü hatırlarsınız... Şimdi ise ilk yarıya nazaran tempo düşük maç trafiği seyir halinde ve şampiyonluk yolunda son düzlüğe girilmiş bulunuluyor... Fakat eksik oyuncularımızdan dolayı kafalarda soru işaretleri belirgin... Tutuk Trabzonspor forvetlerine karşılık defansımızın sigortası Ferrari'nin olmayışı pek aranmayacak gibi gözüksede alternatiflerinin soru işaretleri bırakması, olası sıkıntılarıda göz önüne getiriyor. Trabzonspor'un bir tek Alanzinho'su var bana göre... Önlem alındığı taktirde, geçen haftaki futbolu sergilemezsek galip gelmemiz kaçınılamaz...

Beni tek düşündüren nokta, gelecek hafta Fenerbahçe karşılaşmasına olası kart görmeleri halinde cezalı duruma düşecek futbolcularımızın olması... Hali hazırda hakem de Bünyamin Gezer'ken bu hafta... Allah muhafaza...

Saldır Beşiktaş'ım !

8 Nisan 2010 Perşembe

ÖZGÜR RUHLAR ESİR ALINAMAZ !!!


Bugün yine sınanıyoruz. Her birimizin samimiyet sınavına girdiği günlerdir bugünler.
Yok edilmek istenilen sesin çıktığı yerdir çArşı.

En yaşanılası aşkın adına bedenleri ile bedeller ödemiş Beşiktaşlıların en yüksek desibelli sesidir yok edilmek istenen ve onunla birlikte devralınmış ve devredilecek bir gelenektir.

Gün bu gün değil, gün bugün ile birlikte bugünden sonra her gündür. Şimdi bir kez daha o meymenetsiz suratlarında en acımasız bir yumruk olarak patlamanın zamanıdır. Bir kez daha tek ses, tek yürek, tek bilek olmamızın zamanıdır. Bir kez daha bugün aramızda olmayıp, gökyüzünde birer kartal olmuş şehitlerimize verdiğimiz sözü, "layık olacağız"ı yerine getirmemizin zamanıdır.

Bir kez daha ‘hepimiz çArşı’yız’ demenin vaktidir artık.

Ne yaparlarsa yapsınlar, nerden ve nasıl saldırmış olurlarsa olsunlar, marşlarımızla, tezahüratlarımızla, atkılarımızla, formalarımızla, ruhumuzla, çoluğumuz-çocuğumuzla, inancımızla, çıkarsız aşkımızla, analarımızın duaları ile, yitirdiğimiz bedenler ile bezenmiş barikatı aşamayacaklar.

Onurumuzla, gururumuzla, Şerefimiz ve Hakkımızla hep var olmak için…


SON BARİKATIN ADIDIR BEŞİKTAŞ !


En ufak iletişim aracına sahip olan "BEŞİKTAŞLI", girişteki resimde ismini-cismini-titrini çArşı nın yanına ekleyerek ulaştırabildiği her yere ulaştırsın...

CEZA KALKSIN DİYE DEĞİL... !!!

BURADAYIZ, YANINIZDAYIZ...

ONLAR NEYSE BİZ DE OYUZ...

ESİR ETTİĞİNİZ ONLARIN BEDENİYSE,

ELİNİZDEN KAYIP GİDEN BU ORTAK GELENEĞİN ÖLÜMSÜZ RUHUDUR...


Diye seslenmek için.

AF DİLEMİYORUZ !!!!

BİLİN İSTİYORUZ!!!

TESLİM ALAMAZSINIZ BU RUHU !!!

SonBarikat

Alıntıdır.

7 Nisan 2010 Çarşamba

29. Haftanın Hakemleri

9 Nisan Cuma:
20.00 Gaziantepspor-Manisaspor: Barış Şimşek

10 Nisan Cumartesi:
15.00 Antalyaspor-İstanbul Büyükşehir Belediyespor: Aytekin Durmaz
19.00 Beşiktaş-Trabzonspor: Bünyamin Gezer

11 Nisan Pazar:
15.00 Kasımpaşa-Ankaragücü: İlker Meral
15.00 Gençlerbirliği-Bursaspor: Fırat Aydınus
17.00 Denizlispor-Eskişehirspor: Özgür Yankaya
19.00 Galatasaray-Diyarbakırspor: Kuddusi Müftüoğlu

12 Nisan Pazartesi:
20.00 Kayserispor-Sivasspor: Cüneyt Çakır

Bir Garip Truva Öyküsü

Internet teknolojisi sağolsun, günümüzde maç biletini dahi klavyeden satın alabiliyoruz. Yakın bir gelecekte köfte ekmeği de, üzerinde dumanıyla birlikte internette satışa çıkarırlarsa şaşırmam.

Endüstriyel futbola karşı oluşumuzun bir sebebi de futbol aşıklarının bu tarz platonik eğlencelerini ellerinden alıyor olması belki. Tabi ki bu 'canavarın' futbola vermiş olduğu zarar bu kadarla da kalmayabiliyor.

Eski usül, ''yaşanmışlık'' seven biri olarak haftasonu oynanacak olan Trabzonspor maçına 5 bilet ayarlıyorum semtteki bir ağabeyimin yardımıyla. Bileti alıp maça gelecek olan insanlar Amasya'dan bir grup. O kadar yolu tepmeyi, o cefayı göze almış insanlar.

Biletler satışa çıkmadan soruyorlar fiyatları. ''Belli değil, ama genelde büyük maçlarda yeni açık 75 falan olur'' diyorum. Kesinleşince yeniden haberleşmek üzere kapatıyoruz telefonu. Derken bilet fiyatları açıklanıyor; daha iyi bir haber verecek olmanın keyfiyle sarılıyorum telefona. ''Ağabey çıktı biletler, yeni açık 50 lira.''

Allah senden razı olsun kelamları başlıyor telefonda.

Estağfirullah abi ne yaptık ki diyorum, beni dumur eden cevap geliyor karşıdan.

''Biletleri ..... Çarşı'dan alıyorum ben, üzerine komisyon koyuyorlar.''

Ne, nasıl?

* Bu yolsuzluğun döndüğü yeri ''.... Çarşı'' şeklinde sansürle belirtmemin nedeni tüm bölgeye böyle bir durumu mâl edemeyeceğimiz gerçeğidir. Orada gerçekten Beşiktaş için mücadele veren insanların emeklerine duyduğumuz saygıdandır.

***

Neyse ki 5 adet yeni açık biletine 250 lirayı, yani ''ederini'' vererek gelecek maça abimiz. Ama mevzu balık tutmakta değil, balık tutmasını öğrenmekte. Ben yaptım ben ettim demeyi sevmem ama; bugün ben olmasam belki 50-60 lira fazladan para verecekti bu abilerimiz.

Hepsi maaşla çalışan, ev geçindiren, feragat ederek bizlerle olmaya kilometrelerce yoldan gelen insanlar. Karşılığında yer ve zaman ne olursa olsun karşılaştıkları şeyin adı ''soygun''

Bunu yapanları ismen ve cismen bilmiyorum fakat yaptıkları şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bu Beşiktaş'ın ve insanların Beşiktaşlılığının üzerinden rant sağlamaktır.

Ayrıca Beşiktaş tribünlerinin ve gıptadan dolayı sürekli zarara uğratılmak istenen Çarşı'nın adına, özüne ve felsefesine gölge düşürecek ve halel getirecek harekettir. Bizim kutsal bildiğimiz bu noktaları kendi sömürüsüne meze eyleyenin de yakasında olmalıdır elimiz.

Sonra biri çıkar, ''bilmeyen biri de olsa haklı sayar kendini'' ve der ki: Bu işler rant kapısıdır.

Delinin eline taşı önüne kuyuyu verirseniz o taş oraya atılır, sonra buralarda nasıl çıkaracağız diye kafalar parçalanır. Özümüzden şüphe duyar, gider yapar hale geliriz ve tribün liderlerimiz kongrede ibrayı, ibra edilen Beşiktaş yönetimini alkışladı diye fişlenir.

Oysa dün de gördük ki bizim bu insanların, bu tribünün, sahip olduklarımızın, değerlerimizin kıymetini bilmemiz gerekir. Bir meczubun bile diline ''Falan filan bilet başına şu kadar cukka ediyormuş, kimbilir bu işin ağababaları bu işten ne götürüyordur?'' kelamını düşürmememizdir yakışan. Bize düşen bu ayrıkotlarını söküp atmaktır içimizden, Beşiktaş kardeşliğinin esas olduğu, Beşiktaşlının Beşiktaşlıya kazık atmaya teşebbüs etmediği güzel günlere dönüş adına.

Ve bu noktada akla gelir sonsuzluğa giden Optik Başkan...

Beşiktaş'tan menfaat bekleyen...... demiştir zamanında.

Anlayana...

6 Nisan 2010 Salı

Taziye


Futbol takımımızın kaptanı İbrahim Üzülmez, amcasının oğlu Nuri Üzülmez'i Adana'da meydana gelen trafik kazasında kaybetmiştir. Kendisine rahmet, kaptanımız İbrahim Üzülmez ve acılı ailesine baş sağlığı diliyoruz. Allah sabır versin.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Başımızdan Eksik Olma

Süleyman Seba Başkanımızın Doğum Gününü Kutlarız...

" Beşiktaş için bir şeyler yapmak istiyorsanız , kimsenin adamı olmayın... "

28. Hafta Değerlendirmesi

Beşiktaşımızın etkisiz futbolu ile şahsen tatsız bir hafta geçirdim. Ankaragücü gibi vasat bir takıma karşı etkisiz futbol sergilemek üzücüydü. Bu futbol ile şampiyonluk köprüsünden önce son çıkışa girmemiz içten değil... Diyeceksiniz ki sakatlarımız çok... Evet sakatlarımızın olması alternatifsiz bir Beşiktaş'ı gözler önüne serdi... Bu günleri göremeyen yönetime teknik heyete selam olsun... Daha önce çok dile getirdim burada, yeteneksiz futbolcularla dolu Beşiktaş diye... Özkaynaktan beklediğimiz yeteneklerimizide Mustafa Denizli görmemekte... Zor futbolumu seviyor anlamıyorum ki? Hani heyecan olsun diye mi böyle bir mantık ile hareket ediyor... İlla kıl payı bir şampiyonluk yada galibiyet mi istiyor? Çözmesi zor gerçekten...

Alınan 1 puan sezon sonu kıymete binecek elbet fakat ortaya konan futbolun amaçsız olması araştırılmalı... Ankaragücü'nün bu kadar etkili olmasını da doğal olarak zaaflarımıza bağlıyorum. Yoksa vasat futbol ile bir gıdım ileri gidemeyen bir takım. Sadece iyi konsantre oldukları zaman maçlarda böyle futbol sergiliyorlar. Verilmeyen gollerinin olduğu dillerde gezerken, Beşiktaş'ın verilmeyen penaltısını es geçiyor tüm medya... Üzerine Cumartesi akşamı oynanan Bursaspor-Antalyaspor karşılaşmasında çalınan penaltının "pen-altı" olduğunu dile getiriyorlar. Bu kadar Beşiktaş Düşmanı olmaları da doğal... Hazımsızlar çünkü... Hazımsızlıktan girmişken Bursaspor'un penaltısını kullanan kaleci İvankov'un mimiklerine çok dikkat etmenizi istiyorum. İvankov sanki profosyonel bir futbolcu değilde, bursaspor tribünlerinden alınıp kaleye konmuş bir taraftar gibi... Kendisini taktir ederken, kullandığı penaltıyı bilinçli olarak penaltı noktasında tutmadığını düşünmekteyim... Futbol Federasyonunun yanlış hatırlamıyorsam daha önce tv görüntüleri ile karar verdiği karşılaşma olmuştu... Sanırım tv izlemişlerdir ve bu maçın akibetini belirleyeceklerdir... Tabii bunu yapabilmeleri için sevgili medyamızın rolü yadsınamaz... Bursa-Antalya maçının bariz hakem ve kural hataları ile geçmesi sadece Beşiktaşımızı değil tüm takımları etkilemiştir... Hatta yukarıda değinmişken TFF'ye, ben şahsen bursaspor karşılaşmasına dair negatif bir karar çıkaracaklarını düşünmemekteyim... Volkan Şen'in es geçilen kırmızısı, üzerine Antalyaspor'lu futbolculara gösterilen alakasız sarı kartlar ile katledilmiş bir maç geçti cumartesi...

Fenerbahçe'nin dün gece aldığı 3 puan üzerine söylenecek pek söz yok... Kulüp başkanları konuştuğu sürece Fenerbahçe'nin sırtı yere gelmez... Hak mahrumiyetine tabî tutulsada başkanları...

Beşiktaşımızın yeni yönetiminin suskun durması düşündürücü... Geçmişteki hataları tekrar etmeyeceğinin sözünü veren sayın Yıldırım Demirören'in hala ne beklediğini anlamak zor. Umarım zoraki değil de; zorakiden kastım Beşiktaş İstişare Heyetleri, kendi istediği için düzgün ve etkileyici açıklamalar yapar...

Bu haftasonu Trabzonspor'u İnönü Mabedinde ağırlıyoruz... Sakatlarımızın olması en büyük dezavantajımız... Burada dile getirmek istediğim bir şey de şu ki ; Fenerbahçe maçı öncesi Trabzonspor karşısında 3 sarı kartlı futbolcularımızın çokluğu ve sakatlarımızın oluşu karşılaşma öncesinde göze batan tek unsur. Ve inanın ki katledildiğimiz bir maç izlememek elde değil şimdiden... Hakemlerimize güvensizliğimiz sonsuz vesselam.

Herkese iyi haftalar, saygılar...

Fotolar forzabesiktas.com'dan alıntıdır.