26 Ocak 2011 Çarşamba

Sen Bizim Şeref'imizsin...

Kafama sardığım siyah beyaz saç örgüsü iplerdi seni bana bağlayan... Öyle sıkı bağlanmışım ki seni ömrüm boyunca söküp atamam...

Çocuktum... Griliğini hatırladığım bir mart ayı idi aklımda kalan, senden geriye... Belki de o girilik ile tanıdım seni. Gözlerim bir yandan televizyonda, bir yandan da korkarak baktığım sarı ışıkta... Hep kesilirdi elektrik ki semtin içinde olduğu durumu en net anlatan durumdu bu... Her şey hep yarım. Bir yanımız hep karanlık oldu... Ve ben o gün anladım ki seninle tanıştığım o gri, aslında siyah ile beyazın kucaklaşmasıydı...

Gazete kuponlarından elde edilen siyah-beyaz kupalar süslerken oturma odamızı, sana kavuşmama dakikalar kala hazırlıklarımı yapardım. Babamın eskilerinden kalan tek siyah-beyaz bayraktı üzerime o soğuklarda çektiğim ve bir yanda siyah-beyaz plastik toptu çocukluğumda ki en büyük hediye... Sana kavuşurken dualarım oldu benim sensiz kalmamak için. Sövmeyi bilmediğim dönemlerimde hep karanlıklar içinde kalıp "offff" çekişimdi televizyonda ki görüntünün gidişi...

O günlerden bugünlere gelerek sevdim seni... Çocuktum sen vardın. Büyüdüm sen oldun, seni sen yapan beni hep hiçe sayarak sevdim seni... Oysa sen ve ben bizdik. Birimiz siyah birimiz beyaz...

Hala içimde yaradır babamla sana gelememek. Bunu gerçekleştirmek istemek bile heyecan verirken bana, sen şimdi vedaya hazırlanıyorsun...

Göztepe maçıydı sana geldiğim gün. O zamana kadar sana gelememenin verdiği acıyı tattım o gün. Seni uzaktan sevmenin ızdırabını... 100.Yıl'ındı. Kocaman bir pasta ve hep bir ağızdan "Hadi hisset bu hislerimi". Mümkün müydü ki hissetmemek? Orada olupta duygulanmamak. Hani insanda 2 ciğer varsa 3'üncüsünü orada olmak yaratır sanki... Öyle büyülüsün ki... Orada olup o taşlara ayak basmak ibadet gibi...

Kadron bir yandan hep bir ağızdan sayılırken bir yandan gözlerim seni süzüyordu. Ne de güzeldin... Benzerlerinin bile imrendiği, sanki saray esintisi gibi dizayn edilmiştin. Bende ki izlenimindi belkide seni saraylara layık görmek. Ve şimdi sen tarihi yapından kopup, modernleşme çabasına sokulmuşsun... Olsun... Varsın o da olsun...

İçinde barındırdığın o ruhu bizlere nakşettin ya,
Varsın yüzüne makyaj çalınsın. Sana sürülen boyalar içimize işlemez ya!
Yüzün değişse ruhun değişmez. Sen bizim hep Şeref'imizdin... Hep Şeref'imizsin...

Şeref Bey'in İzleri...

İlk ziyaretine gittiğimde ilkokul çağlarında idim, ya 1'inci sınıf yada 3'üncü sınıfa gidiyordum. Hayatta örnek aldığım ve sevdiğim yegane insanlardan birtanesi olan halamın kocası götürmüştü beni, şort siyah forma beyazdı. Hep heyecanla görmek istediklerim, sadece trt 1 de görüp izlediğim, saçlarını ve yürüyüşlerine koşularına özendiğim Kartallarım karşımda idi. Nasıl bir heyecandı anlatamam. Numaralı tribünde idik. Eniştemin ısrarlarına rağmen ne bir şey yemiş, ne de içebilmiştim. İlk defa kendimi bu kadar olgun ve heyecanlı hissediyordum. O küçük aklımla ve yaşımla işte o gün dedim. Ben doğru yerdeyim. Benim evim burası. Rakip Zonguldakspor idi maçı 2-0 kazanmıştık. Ama o gün anladığım bir şey daha vardı. Beşiktaşlı için skor ikinci planda idi. Üşümüştüm hava soğuktu. Ama maç bitmese yerimden kalkmazdım. Atom karınca, sarı fırtına ve daha nicelerini izlemek gerçekten bambaşkaydı.

            O günden sonra her 15 günde bir acaba eniştem bir daha götürür mü diye beklemeye başladım. Tabi beklediğim gibi olmamıştı. Radyo 1 den maçları dinliyordum. Spiker, deniz tarafındaki kale dedikçe kapıyor gözlerimi maça gittiğimde aklımda kalan enstantaneleri gözümde canlandırıp hayalini kurmaya başlıyordum. Siyah - Beyaz film gibi biraz. Yaşımda bir yandan ilerliyordu şerefli ikincilikler alıyorduk. yaşım 12-13 olduğu zamanlardı, ağabeyim benden 4 yaş büyük olduğu için elini kolunu sallaya sallaya gidiyordu maça, benim ise içimde kavrulan sevdam hadi Tarık sende git diyordu. Ama ağabeyim her seferinde senle mi uğraşacağım git başımdan derdi. Ama gitmeliydim ve kendi akranlarımızla beraber çeşitli şekillerle çabalarla, önce Taksim oradan da Dolmabahçe’ye gitmeye başladık. Şimdiki gibi biletix’ten bilet almak yok internetten falan, yada tramvaya bin Kabataş ta in oradan stada 10 dakika yürü öyle bir rahatlık yok. Şimdiki gibi sponsor bilet falan hiç yok. Bizim sponsorlarımız maça giden abilerimizin yeni açık üstündeki abi polise verme kardeşlerine ver dediklerimiz bozuk paralardı...

            Hayranlıkla hep izlerdim kapalıyı, yeni açıkta kötü değildi. Ağabeyim beni her maç içeri girmiş gördüğümde yine geldi başımın belası der gibi bana bakardı. Yeni açıkta en öne kendi durduğu yere alırdı beni. Bazen öle kalabalık olurdu ki. havaya kaldırırlardı aşağı gönderirlerdi. Amigo Bülent her davula vurdukça hayranlıkla onu izler, ve arkadaşlar dışarıda arkadaşımız kaldı para toplayacağız diyenlere az önce bana sponsor olan abilerden kalmış para varsa onları verirdik tribünde. Daha 12 yaşında bana cebindeki parayı paylaşmayı öğretmişti Dolmabahçe ve Beşiktaş.

            Gel zaman git zaman yetmemeye başladı yeni açık, kapalıda olmak istiyordum. O bordo yada kırmızı renge boyalı direklerin arasında olmak. Rahmetli Optik Başkan ile bir baba hindiye eşlik etmek. Dolmabahçe maestrosu ile olmak istiyordum. Lise çağlarımda başladım kapalı tribüne gitmeye. Tribüne ağabeylere saygı had safhadaydı. Şimdiki gibi youtube, kameralı telefon vs. yok tabi o zamanlar. Velhasıl saygı sevgide üst düzeyde idi. Bir çok anılarım oldu kapalı tribünde, acısı ile tatlısı ile bir çok anılarım oldu. Halende olmaya devam ediyor. İlkokul çağlarımda kendi kendime burası benim evim dediğimde halen yanılmadığımı anlıyorum. Maç günleri semte gittiğimde yada maç gittiğimde tanıdıklar ile görüşmek ağabeylik kardeşlik ilişkilerinin en güzelini yaşamayı Beşiktaş ile Dolmabahçe’de ki Mabed sayesinde öğrendim.

            İki üç yıldır diyorlar yıkacağız seni, yenisini yapacağız. Neymiş endüstriyel futbolmuş, para lazımmış falanmış fistanmış. Modernize bir statmış, büyük bir gelir elde edecekmiş Beşiktaş. Çağa ayak uydurmak için bunlar lazımmış, Old Trafford benzeri bir stad inşa edilecekmiş. Benim işin bu boyutlarına aklım fazla ermez. Belki biraz eski kafalıyımdır. Belki de doğrusunu yapıyorlardır. Ben dedim ya orasına aklım fazla ermez.

            Benim tek bildiğim İlkokul çağlarımda tanıştığım, 3-4 sene gidip göremesem de radyoda dinlediğim her maçta spikerle beraber görüntüsünü tasvir ettiğim, ortaokul zamanlarında aileyi karşıma alarak bin bir zorlukla ziyaretine gittiğim, ve lise çağlarımdan bu yana kısa aralıklarla da olsa ayrılmadığım kapalımı, Dolmabahçe mi, Dolmabahçe de yaşadıklarımı, ve Dolmabahçe’nin ve Şeref Beyin bana yaşattıklarını, hatıralarımı yıkmaya hiç bir dozerin veya iş makinasının ne gücü yeter ne de kudreti.

Saygılar Sevgiler

Hayatta Beşiktaş ! 

Şeref Bey'den Mektup Var... Hoşçakalın Gözüm

O zamanlar İstanbul’da bu kadar insan yoktu. Sokakların adımlarla geçilebildiği ve plaza ne demektir bilinmeyen zamanlardı. Trafik keşmekeşi nedir bilmezdi insanlar. Ülke ardarda gelen savaşların eşiğinden çıkmış ve yeni doğmuş bir bebek gibi emekleme aşamasındaydı. Gündelik hayatı, hobi denen mereti ilk kez tanıyordu insanlar ve futbol maçlarına dahi son derece şık ve güzel geliniyordu.

O zamanlar İstanbul’da bu kadar stat da yoktu. Tek tribünlü Fenerbahçe Stadı ve Şeref Stadı vardı. Günler geçip takım ve maç sayısı arttıkça statlar ihtiyacı karşılamaz oldu. Benim sahne alma sıram geliyordu artık, bilinmezlerde daha fazla duramazdım. Doğdum…

Zor ve sancılı oldu doğumum, tıpkı her ananın evladını doğururken çektiği o kutsal acı gibi. Planlandığı gibi olmadı yeryüzüne gelişim. Gazhane tarafındaki tesislere dokunamadılar. Sonra orayı yüksek bir taş duvarla kapattılar, artık yeryüzüne inebilirdim. Hatta İstanbul’un en güzel yerine konabilirdim. Ayaklarımın altındaydı İstanbul ve artık Türk futbolunun yeni merkeziydim.

1947 senesinin bir sonbaharında açtım kapılarımı cümle cihana ve cihan padişahı Beşiktaş’a. Yabancı bir takımla oynuyorlardı. Seyirciler hep bir ağızdan Beşiktaş’ı destekliyordu. O gün benim de her zerrem siyah beyazdı. Sanki o gün karar vermiştim ömrümün sonuna dek Beşiktaş’ın olmaya. Hele gençten bir çocuk vardı, Süleyman. İlk golü attığı vakit insanların öyle bir sevinci vardı ki görmeliydiniz. Ben böyle mutlulukların yeni adresiydim.

52 yılıydı, adımı değiştirdiler. Siyasi imiş, öyle dediler. Yeni adım Mithatpaşa’ydı ama insanlar yine de yalnız bırakmıyorlardı beni. Akın akın geliyorlardı sevdalısı oldukları renkleri görmeye. Ben aşıkları buluşturuyordum. Bu yüzden herkes beni sevdi. Hatta herkes futbolu benimle sevdi. Artık tüm maçlara neredeyse ev sahipliği yapıyordum. İstanbul’un üç büyüğü de benim kucağımda oynadı maçlarını. En büyük yıldızlar benim çamurumla yıkandı. Kimleri kimleri mutlu ettim, ya da üzdüm bir bilseniz. Kimleri gördüm, kimleri taşıdım üzerimde. Kimler ayak bastı harcıma keşke kelimeler yetse de dökebilsem. Milli maçlar da dahil olmak üzere ne tarihi günlerin altında imzam var benim. Belki şu vatanda Türk Bayrağı’nın santra öncesi en çok dalgalandığı yerim.

Yıllar ilerledikçe düzen de değişiyordu ve insanlar her yeni düzene ayak uydurmakta çok hızlıydılar. İsmim 73’te yeniden eski şeklini aldı, ona da çabucak alıştılar. Bir de artık her takım maçlarını burada oynamaya başlamıştı. Derbi maçlarda da öyle bilet sınırı falan yoktu, isteyen gelebildiği kadar geliyordu. O dönemde tüm seyircileri tanıdım yakından, bana en yakın gelen ilk gözağrım Beşiktaş’ın taraftarıydı. En görkemli yerim kapalı tribündü, gerçi hala da öyle derler. O kapalı tribüne hakim olmak için taraftarlar arasında bir güç gösterisi başladı. Beşiktaşlılar mangal yürekli çocuklardı. Hürriyet, Şeref, Bahattin, daha niceleri… Verdikleri kavga sonucu aldılar kapalıyı, bir daha kimselere vermemecesine. Artık onlar bana, ben onlara kavuşmuştum.

15 yıl hüzünle geçtikten sonra 82’de şampiyon oldu Beşiktaş. Bu da çok önemliydi elbet ama daha da önemlisi benim bir sevgili bulmamdı. O sene Beşiktaş semtinin gençleri bir grup kurdular kendi aralarında. Adını Çarşı esnafından, gücünü alın terinden alsın diye Çarşı koydular adını. Optik vardı, Ayhan, Cem, Alen, Cavit, “Hacıbaba”, Hasan, Murat, niceleri… Beşiktaş sevgisi çığ gibi büyürken ben o kapalının göbeğindeki yakışıklı çocuk Çarşı’ya kaptırmıştım gönlümü.

Çok güzel günlerimiz, anılarımız oldu. O 15 senenin tadını çıkarırcasına seri şampiyonluklar gelmeye başladı. Gencecik, fidan gibi Beşiktaş çocuklarının eviydim artık. Efsane kadro olarak tarihe geçecek isimler, mayalarında benim kokumu taşıdılar hep. O zamanın başkanı da yukarda bahsettiğim Süleyman vardı ya, oydu işte. Beşiktaş’ı çok mutlu ettik beraber, Beşiktaş da bizi. Metin’in fuleleri, Takoz’un faulleri, Feyyaz’ın golleri, Ferdinand’ın estetik çalımları, Mutlu’nun uzun taçları, Sergen’in frikikleri, Pascal’ın kapalıya koşması, İlhan’ın kartal kanatlarını açması hiç çıkmadı aklımdan. Aşkımız devam ediyor, aşkımızı büyütenlerin sayısı ise artıyordu. Milenyum dedikleri bir çağ kapıda bizi beklerken trilyoner dedikleri bir herif talip oldu bana. Cevabı kapalı verdi, “İnönü bizimdir, direkleri sizindir.”

Hepinize, gelmiş geçmiş her birinize minnet borçluyum çocuklar. Bazı zaman öyle boynu bükük ayrıldınız ki, bir daha gelmeyeceğinizi bile düşündüm. Ama siz her seferinde daha kalabalık, daha gür sesli, daha başı dik geldiniz. Ne bana ne sevdaya hiç küsmediniz, beni yalnız bırakmadınız hiç. O zaman söylemedim ama şimdi söyleyeyim, ben de size çok kıyak geçtim aslında. Mesela Barcelona’yı 3-0 yendiğimiz maçta Baba Hakkı’yı, Vedat’ı, Sanlı’yı, Yusuf’u kimseler görmeden ben aldım içeri. Biz o maçı 11’e 11 oynamadık. O meşhur PSG maçında herkese durması gereken yeri ben fısıldadım. Liverpool maçında siz kan ter dökerken ben kıs kıs gülüyordum çünkü kalenin içine otobüs parketmiştim çaktırmadan, imkansızdı gol olması. Her devirdiğimiz maçta vardır bir Ali Cengiz’im. Feda olsun Beşiktaş’a azizim.

Desibel rekoru kırdığınız günden beri kulağımda işitme kaybı var. Beşiktaş taraftarı kavga ettiği gün kalbim teklemeye başladı, huzur vermiyor. O kadar maçı kaldırmak kolay değil, tansiyonum da var artık. Doktorlar heyecan verici şeyleri yasakladı, Fener maçlarında bile perhizdeyim artık. Anladınız siz onu… Kolonlarım çatladı, koltuklar eskidi, boyalar dökülmeye başladı. Ben galiba ufaktan yaşlandım ey yoldaşlar. O çağa ayak uydurmakta bir numara olan insanoğlunun da istekleri değişti.

Eskisi kadar sağlam olmayınca insanlar da eskisi kadar güvenemiyor bana. Ben siz üşürken oturduğunuz yerde sizi ısıtamıyorum da. Üstünüzü örtemiyorum yağmur yağdığında ey yeni ve eski açık. Halbuki şimdi stat battaniyeleri var. Açılır kapanır oluyor, bir damla üşümüyorsunuz. Maç seyrederken portakal suyu falan da dağıtamam size. Dedik ya yaşlandık diye evlat… İşte beni bu yüzden emekli etmek istiyorlar. Oysa biz mutluyduk değil mi böyle? Siz ıslansanız da yağmurla coşuyordunuz hatta besteniz bile vardı ya. Siz ne kadar soğuk olsa da hava benimle ısınmıyor muydunuz söylesenize? En güvende hissettiğiniz yer benim yanım değil miydi? Artık böyle diyorlar, beni yıkıyorlar. Üstelik karanlıktan korkarım ben, birileri iyi geceler demeden uyuyamam. Sizin o son dakikalarda Gündoğdu var ya hani, o benim iyi geceler öpücüğümdü. O da mı gidiyor şimdi? Hay Allah.

Neyse yoldaşlar, lafı uzun ettim. Aslında anlatmadıklarım anlattıklarımın yanında okyanustur. Neler götürüyorum kendimle bir bilseniz. Anlattığım kadarını yazmasını bir arkadaşınızdan istedim. O da en mutlu günlerini benimleyken yaşamış, öyle söyledi. Ben de madem öyle, borcunu öde dedim. Bu da benim size ayrılırken hediyem olsun hesabı.

Şunu unutmayın… Beşiktaş benden sonra da var olacak ve payidar kalacak ama Beşiktaş ve sizler olmasanız ben bir hiçtim. Ve size bir sır daha vereyim giderayak. Ben en çok sizin bana “Şeref Bey” deyişinizi sevdim. Şerefiniz daim olsun, şerefin çocukları.

Beşiktaş ve Beşiktaşlılığın önünde saygıyla eğiliyorum.
Mabediniz, Beşiktaş İnönü Stadı.

23 Ocak 2011 Pazar

Akılda Kalanlar

Sevgiliye kavuşmuş olmanın mutluluğu içindeyiz. O'nsuz hayatın heyecanının olmadığını bir kez daha kanıtlamış oldu sezonun ilk buluşması...

                                                   Not: Resim mabedden değil. Fakat pankart tek :)

Ben öyle kafadan 3 atarız 5 atarız demeyi sevmem. Lakin Beşiktaş öyle bir değişim geçirdi ki, insanı beklenti içine sokuyor doğal olarak. Eminim sizde benim gibi uzun zamandır Beşiktaş'ı bu şekilde izlemediniz. İnsanda hayranlık uyandıran bir futbol sergilemeleri hem gözleri hem gönülleri doyurdu. Bu değişimin temel taşları elbette dünya çapında dikkatle izlenen yıldız futbolcuları kadroda bulundurmak. Keza göreceksiniz ki yıllardır varlığı yokluğu tartışılan Nobre'nin gol yollarında etkinleşmesini sağlamış bulunmaktalar. Kendi kalitelerinden etraflarına serper serpe Beşiktaş'ta Schuster kadar teknik görevleri de üstleniyorlar. Oyunu tam saha oynayarak gönüleri mest ediyorlar.

Buradan yola çıkarak, tribünlerdeki futbol açlığını da görmekle beraber, kapalıda ki o ruhun bile "yıllardır ağzı açık maç izlemediğine" şahit oldum. Biz bu oyunu gerçekten severken, karşılığını alamamaktan dem vurur dururduk. Bu özlemi dindirmek için yıllardır dış ligleri izlemekle acaba biz bu işin neresindeyiz diye sorup dururken, o güzide semtimizin takımı çıkageldi karşımıza... İyi ki de geldi...

Maçın teknik taktik olaylarına girmek abes kaçar. Bucaspor karşısında etkin oynayan taraf bizdik. Fakat Bucaspor'un ligin ilk yarısına oranla etkinliğini kaybettiğini, o takım savunması anlayışından uzaklaştığını gördük. Beşiktaş'ın da oyuna top rakipteyken bile hakim oluşu Bucaspor'u kendi ekseni etrafında döndürdü.

Ciddi sınav olarak nitelenmesi elbette olanaksız. Lig'e iyi başlamanın verdiği huzurun tadını çıkarmaya bakarken, ilk ciddi sınavımızın Trabzonspor karşısında olacağını belirtmek gerek. Zaten büyük takımların büyük maçlarda etkinliği şampiyonluğa yaklaştırırken hem kupada ki üstünlüğün lige yansıyacağını düşünüyorum. Trabzon'un dün itibariyle beraberlikle neticelendirdiği Ankaragücü maçından sonra kendi tribünlerinde yaşanan homurdanmalar, Beşiktaşlıya moral üstünlüğü sağlamış durumda. Yine de her ihtimale açık olan bir maç beklediğimi söylemeliyim. Cuma akşamı itibariyle dillendirilen Beşiktaş'ın güzel futbolu (allah korusun) bir beraberlikte yerle bir edilebilecek basın organlarına gebe... Bu işin son noktası olarak gözüküyor. Atılacak başlıklar yapılacak yorumlar şimdiden gözümün önünde... Rehavete kapılacağını düşünen kalemşörlerin şimdiden açacaklarını hazırladıklarını görüyorum. Eğer ki bu noktadan Beşiktaş'a vuracak olurlarsa; rehavetin, bu ligin kat kat gömlek üzeri liglerinden gelen yıldızlara giydirileceğini düşünmeleri tamamen zeka seviyesini belirleyecek etkenlerden bir tanesi olmalı...

Özlemi dindirdik, mutluyuz. Cuma akşamı orada olmanın heyecanı hala gönlümüzde... Uzun zamandır beraber mabedde bulunamadığım arkadaşlarımla olmakta gönlümüzü şenlendirdi. Ki getirdikleri pankartla da emeklerinin karşılığını aldıklarını görmek üzerine cila oldu...