Rekabet ve heyecanın yaşandığı her alanda klasikleşmiş bir adrenalin çeşnisidir geri sayım. Son viraja girildiğinde sonsuzlaşan heyecanın çember daraldıkça kalbi sıkıştırır hale gelmesindeki zevk ayrıdır. Futbolu biz futbol romantikleri bu eğlence ve tutku için severiz. Beşiktaş’ı ise bu tutkunun merkezine koyar bazen sevinç, bazen kederle demleniriz. Sonuç bellidir: Beşiktaşlı olmak yeter…
Sezona şampiyon apoletiyle başlayan Beşiktaşımız bir türlü ‘’peşin satan esnaf’’ gibi oturmayı başaramadı ligin tepesinde. Na-konsantre başlanan ligde 6. hafta sonunda liderle aramızdaki fark 12 puandı. Öyle bir süreç yaşandı ki bir ara gol diye bağırmayı unuttuk. CSKA maçında Ekrem’le hatırladık, sonra mutlak bir tırmanışla tutunduk zirveye. Birer atarak üçer almaya çok alışmıştık. Daha sonra sakatlık ve bir düşüş süreci yeniden, ardından yeniden toparlandık derken böyle inişli çıkışlı geldik bugüne kadar.
Aslında saha içinden çok kaotik krizlerle haşır neşir olduğumuz bir süreçti. Yönetim-taraftar anlaşmazlıkları, kongre sürecindeki başıbozukluk, oyuncu ücretlerinin, teknik heyet tercihlerinin, sistemin, taktiğin, herşeyin tartışıldığı, tribün liderlerinin alıkonulduğu zor ve sancılı bir süreçti. Bu çalkantılı deniz bugünlerde en sakin, en durulmuş anlarını yaşıyor belki de.
Yönetim sorunu olmasa ve takım-taraftar aynı doğrultuda kenetlenebilse şu an çok farklı yerde olabilirdik. Burada amaç cepheleri suçlu ilan etmek değil elbet, aynı şekilde lige savruk başlamamış olsak şimdi şampiyonluk için sadece günlerin geçmesini bekliyor olacaktık. Elbette yönetimin de, taraftarın da, teknik heyet ve futbolcuların da işler kötü giderken suçu, işler iyi giderken payı büyüktür. Neyse ki şu an o kopukluk aşılmış ve huzura kavuşulmuş gözüküyor dediğimiz üzere. Yeni yönetim kurulumuz mazbatayı aldığından beri yaptıkları doğru işlerle de takdir topluyorlar. En son Elazığ için yapılan ve taahhüt edilenler insanlık adına alkış sebebidir. Yiğidi öldürelim, fakat hakkı teslim edilmeli.
Taraftar bazında inanmışlık bu takımın ardında inanılmaz bir piston teşkil ediyor. Belediyespor maçında gösterilen her türlü destek ve rakip için tasarlanan psikolojik baskıya sonuna kadar katıldığımı belirtmekle birlikte dünyanın izleyip örnek aldığı bir kitle olarak rakip teknik direktörlerle, küçük takım olmaktan sıyrılamayacak olan bazı camialar ve tribünleriyle uğraşmanın gereksizliğini ve kalibre uyuşmazlığını hep savunan biri olarak Abdullah Avcı’ya da ince bir sitemle devam ediyorum. Oğlunuz Beşiktaş’ın altyapısında oynuyor olabilir, amenna. Bir gün profesyonel olur da başka bir rakip antrenör Şeref Bey’de oğlunuza küfretse ne düşünürsünüz? Küfrettiğiniz Tello’nun ıslattığı forma oğlunuzun giymeyi hayal ettiği kutsallığın ta kendisidir. Oğlunuzun terine ihanet etmeyin.
Şu sıralar moda şu kadar defansif oyuncuyla oynanır mı sorusunu birbirimize sormaktan geçiyor desem yalan olmaz. 4-3-3Ün biraz sağlamcı versiyonunu oynayan Beşiktaş’ın bu hali bana zevk veriyor mu? Elbette daha iyisini isterim, fakat Kayseri maçından itibaren başlayan çıkış sürecinde sistemle yapılan bu ufak oynamanın büyük etkisi olduğu kanaatindeyim. Toraman’ın da gelmesiyle göbekte daha da ‘orta sahalaşan’ Beşiktaş’ın her maçı adım adım görerek yürüyeceğinden kuşkum yok. İlerleyen zamanlarda sürekli oynayan bir Necip ile de harmanlandığında şu çok sevdiğimiz, içinden çıkamadığımız kombinasyonlarda kurtarıcımız olan ‘’oyunun iki yönünü de oynayan oyuncu’’ profilinin çime ayak bastığını izlemiş olacağız.
Rahat maç seyredemediği için hayıflanan dostlara ise önerim rahat maç izlemeyi unutup bu konuda kendilerini kasmamaları, hiçbirşey yokmuş gibi davranıp bunu bir eksiklik olarak görmemeleridir. Zira rahat maç izlemek Beşiktaşlı adamı bozar.
Yeni sezon için yapılacak transferlerin şimdiden fersah fersah yer bulmasına bakarsak, en az sezon kadar hareketli bir yaz dönemi de bizi bekleyecek sanki. Takımın eksikleri iyi saptanarak daha sağlam bir yola çıkılacaktır elbet, ama önce şampiyonlukları çiftlemek lazım haliyle.
Futbolun satranç, kazananın büyük olduğu günümüz koşullarında çok eleştirilen Mustafa Denizli’nin Beşiktaş için aslında bir şans olduğunu söylersek yanlış olmaz. Köprünün altından akan ve akmakta olan suları musluğun havuzu doldurma ütopyalarının konu edildiği orta son sınıf problemleri gibi süzen hocamızın bir bildiği vardır diye umut edip, kafasındaki tilkilere kuyruklarını boş alana taşımalarını, gerekirse sağa sola deplase olmalarını tavsiye ediyoruz.
Fakat unutulmaması gereken Denizli’nin Beşiktaş’a kattıklarının skor tabelasında ve puan cetvelinde gözükenden çok daha fazlası olduğudur. Mustafa Denizli Beşiktaş için son zamanlarda gelenlerin aksine bir liderdir. Umutların bittiği anda yeşertiveren, bülbülü güle yeniden aşık eyleyen dosttur Denizli. Kaybedilen bir Şampiyonlar Ligi maçı sonrası ‘’Bu takım Wolfsburg’u da CSKA’yı da İnönü’de yenecek, göreceksiniz.’’ diyendir. İki maçın da kaybedildiğinin farkındayım, ancak önemli olan Beşiktaş teknik direktörünün buna inanması ve inandırmasıdır. Aynı Denizli Old Trafford koridorlarında maç öncesi bir söyleşide ‘’Beşiktaş’ın mazisinde neden bir Manchester galibiyeti olmasın?’’ diyendir. Kim ne derse desin Old Trafford’a giderken bu sözü edecek bir başka futbol komutanı daha varsa –belki- Jose Mourinho’dur. Bu sebeplerin bana verdiği yetkiye dayanarak ‘’Sağlam’’cılara nazire yaparcasına sürpriz oynuyor ve Denizli’nin Beşiktaş’ı bu sene de şampiyon diyorum.
İnsanlık adına üzüntü ve sevinçlerin de bir arada yaşandığı bir süreçteyiz, hayatın her anı gibi. Hiçbir lokasyon hilesi ile bir araya gelemeyecek iki zıt kutup; Şili ve Elazığ için müşterek yandı yüreklerimiz. Bu buluşmanın vesilesi deprem olsun istemezdik elbette. Ama Şili’nin acısını Tello’nun Kayseri akşamı, Elazığ’ın yüreğimizde yaktığı ateşi ise Mikail’in ısrarlı ve inançlı, aşk dolu Beşiktaşlılığı biraz olsun dindirdi diyebiliriz. Kafası sargıda kan, yüreği enkazda ve acı içinde çarpan kardeşimizin Beşiktaş formasını öperek verdiği o poz; taraftarlık mektebine doktora konusu olacak cinsten. Sevgili First Lady’ mizin sevecen ellerinin değdiğini bildiğimiz Elazığ’dan Mikail kardeşimizi kalbimizin en orta yerine aldık bile. Bir gün gelir inşallah yamacımıza mabette. O zaman hep bir ağızdan ‘’Mikail ortaya üçlü çektir Kartal’a.’’
Mikail’i yıkamayan 6.0’lık depremde emeği geçen tüm fay hatlarını ağabeylerimizi mazlum, bizi onlardan yoksun eden 5149 sayılı Sporda Şiddet Yasası’nın işlemeyen ya da işleyemeyen çarklarına yönlendiresim var. Üçlüyü de seni de özledik vesselam, güzel abimiz.
Bir de Diyarbakır var ki en derin ahlarımızın sebebi… Bu ligden, bu insanlardan, bu ülkeden uzaklaştırılmaya çalışılıyorlar belki de. Koca memlekette gerçek derdi Diyarbakırspor olanlar dahi fişlenirken onlara kucak açan tek mercinin bir parçası olmak güzel. İnönü’de ne de güzel paslaşmıştık karşılıklı…İade-i ziyarete gelecektik, yazık oldu.
Olan bitenden bahsederken assolist kıvamını kendisi için sakladığım Rüştü’den bahsetmemek olmaz. ‘’Detz dı fıtbıl, itz dı fıtbıl’’ zihniyetine inat futbolun –ya da Beşiktaş forması giymenin- sadece futbol olmadığını gösterdiğin için teşekkürler kaptan. Kendi adıma korner dediğin toptan gol de yesek aynı şeyleri yazardım senin için. Gururlandırdın her Beşiktaşlıyı. Ertem Şener’in bir kez daha selamı var.
İşte son viraja böyle giriyoruz ve 10’dan geriye düştük bile. Buraya kadar getirdik, buradan sonrası ise hesap ve dualarla dolu olacak. Umudun bittiği yerden buraya gelmek ancak Beşiktaş’ın yapabileceği işti malumunuz, başardık. Şimdi sen canım Beşiktaş; seni sonsuza dek seveceğimizi bildiğin halde bizimle iddiaya var isen eğer, seni sevmeyeceğimiz günü sonsuzdan geriye sayarak bekleyebilirsin. Oysa sen de biliyorsun sevdanın yetim yavrular gibi bizlere emanet olduğunu.
Bu aşkın yüzünü güldürmek de bizim borcumuz.
‘’Yetimler Gülümsemek İster’’