5 Aralık 2010 Pazar

Hop'la Bakim...

Beşiktaş'ımızın 3 önemli maçtan galibiyet ile ayrılması gerçekten sancılı süreçler geçirirken her anlamda takım ve taraftar için moral oldu. Bunun önemini ne kadar dile getirmeli bilemiyorum. Malum sakatlıkların vermiş olduğu dezavantaj durumları ve akabinde kadro oluşturmada ki sıkıntılar, gerçekte Beşiktaş'ın alternatifli olmasının verdiği bir rahatlığı gösterse de durumun ciddiyetini kavrayabilen takımımız zorlukların üstesinden gelmeyi bildi. Burada Schuster'in gözden kaçırılmaz bir düşüncesi de meydana çıkmış oldu. Avrupa Liginde hali hazırda İbrahim Toraman'ın olmayışıyla Zapo'yu kadroda bulundurması ( her ne kadar gereken bu olsada ) Ali Kuçik ile ileri uçta maça başlamayıp Bursa maçı öncesinde zemin hazırlaması gayet teknik düşünceye dayalı bir olay. 


Ali Kuçik Beşiktaş'ın Necip'ten sonra kazandığı genç yeteneklerden bir tanesi. Daha nicelerini bizim gibi taraftarlar gözleri ile görsede, fırsat verilmemesinden ötürü kiminin kiralanıp, kiminin disiplinsiz davranışları ile satılmasına şahit olduk. Beşiktaş, alt yapıdan gelen futbolculara şans tanıdıkça Beşiktaş oluyor. Bu noktada Ali Kuçik'in elinden geleni yaptığınıda gördük. Sizlerde nasıl bir izlenim oluştu bilemiyorum fakat ben Ali'de attığı deparlar ile Amokachi havası seziyorum... Forvet için ideale yakın oynuyor.

Holosko'nun kulağının gereksiz şekilde çekilmesi yaramış olacak ki bir nebze faydalı eleman rolüne büründü. Dileriz ki eski Holosko'nun kat kat fazlasını sergiler oyunda...


Kiralık bir adamın ne kadar faydalı olacağını sorsanız tereddüt eder cevap veren. Belki yabancı oyuncu olsa bu kadar özverili olmaz. Tabii Gunti bir yana bu mevzuda... Ersan Adem Gülüm benim diyerek dillere doladı kendini. Gerek top ile atağa çıkması, gerek 40 yıllık Beşiktaş'lı abisi İbrahim Üzülmez gibi hırsı ile göz dolduruyor. Bonservis opsiyonunun bizde olmasından kaynaklanan rahatlığa kapılmadan Ocak ayında direkt işi bitirilmeli Ersan'ın... 


İbrahim Üzülmez hangi maçta taraftara kendi adını söyletmeyecek diye düşünürken sanırım jubilesinden sonra bile ismini haykıracak bu tribünler... Pascal'a olan bağımlılıktan daha beter Delinho sevgisi... Maç için kritik yapmaya gerek yok. İbrahim Üzülmez'in sahaya kendini bilmez bir insanı "gel lan buraya .bn." dercesine kovalyıp elindeki bez parçasını indirmesi ve çelmesi ile bocalatması maçın en güzel karelerinden biriydi... 

Bursaspor'un neden bu kadar büyük takımım lan ben çabasına girmiş olması insana hadi oradan dedirtiyor. Herkes haddini bilmeli. Anadolu'nun yükselen değeri olarak gör kendini fakat Büyüklük senin lugatında olmayacak bir kelime... Gerek taraftarının boş işleri, gerekse teknik ekibinin boş konuşmaları ile, hali hazırda geçen seneye dayanarak kazandığın bedava puanlara bu sene eklenmeyince yenileri, kuyruğuna basılmış kedi gibi mızırdanmaya başlaması zaten, Bursa'nın Bursa'dan ibaret olduğunun delili...

Maç öncesi olayları çıkartıp, kaçmakla taraftarlık olmadığı gibi, Beşiktaş ile boy ölçüşmekte senin haddin değil. Bu noktada sorumlusu kimdir bilemiyorum. Yalnız iyi niyetini kullanarak sözde husumeti noktalandırmak isteyen Yıldırım Demirören'in ciddiyetini algılayamayan Bursa heyetinin, taraftarlarını dizginlemek adına bir adım atmamaları, husumetin asıl kimden kaynaklandığını göstermekte...

Velhasıl 3 maçta 3 galibiyet ile ayrılan Beşiktaş'ımızda şimdilik sevinç hakimken bunun daimi olması için elden ne geliri düşünmekte fayda var...

Beşiktaş Büyük Taş !

24 Kasım 2010 Çarşamba

Nasıl Bir Beşiktaş?



Benim anlamadığım şu,

Alınan sonuçlardan kesinlikle memnun değilim. Fakat Beşiktaş'ın basit hatalardan maçları kaybettiğini, en azından iyi futbol oynadığını görecek kadar da gözlerim açık. Futbolu sizler gibi taraftar yönünden iyi biliyorum. Arkadaşın dediği gibi Schuster'in şu an için gönderilmesi fiyaskodan öte gitmez.

Oyuna müdahalelerine kadar elindeki oyunculardan faydalanma biçimini gözden geçirip, kendine pay çıkarmadığı müddetçe Schuster'e yönelen eleştiriler normal geliyor. Ama bu aşamada gönderilsine varan eleştirileri yapan özellikle Beşiktaş'lı arkadaşların iş Avrupa'ya kendimizi tanıtmaktaki fikirlerini sorduğumuzda tabii ki tanıtmalıyız diyorlar. Vizyon önemli. Bu vizyonu sağlayacak kapasite Schuster'de eminsiniz ki var. Gerek yapılan transferlerin gerekse Schuster'in Beşiktaş markasına değer kattığı ortada. Tribün ile adımızı duyururken bir yandan, bir yandan da vizyonlu bir Beşiktaş'a sahip olabilmeyi hazmedecek kapasiteye gelirsek o zaman işler yoluna girecek demektir. Bence en önemli faktör Beşiktaş taraftarının ne istediğidir. Ne istediğimizden ne kadar eminiz?

Geçmişte; Tribünde gırtlak patlatmayla Avrupa'ya hatta Dünya'ya duyurulan Beşiktaş adı, daha sezon başında Robinho gibi bir isimle anıldı. O zamanlar biz değil miydik Tribünde olmasa esamemiz okunmayacak gibisinden sözleri burada sarfeden? Kimse kendini kandırmasın. Öyle yada böyle bu adamlar bu devrin vitrinleri. Onun için geçmişe yönelik oturup düşündüğünüzde dediklerimi anlayacak arkadaşlar çıkacaktır.

Lucescu konusunda o günleri özlemle bende arıyorum. Fakat Metin Ali Feyyaz'ı öyle böyle hatırlasamda o günlerin efsanelerinide arıyorum. Diyeceksiniz ki çok geriye gittin bari Gordon Milne gelsin. Evet gelsin. Biz değil miydik Demirören yönetimine karşı içimizden mırıldanarak, kimi zamanda sinirlenip isyan ederek "Seba'ya bağırdığım dilim kopsun" diyen?...

Bir gerçek var Beşiktaş. Bir gerçek var futbol artık sistem oyunu. Yeni elbiselere eski yamalar hoş durmadığı gibi, artık Lucescu devri hayalden ibarettir, öyle de olmalıdır.

Buradan yola çıkarak artık sürekli sakız ettiğimiz "Basın"ın tavırlarına karşı ciddi bir tavır içinde olmaktır önemli olan. 

Bu yüzden "Nasıl Bir Beşiktaş?" diye sormak gerek bünyelere...

Vizyonsuz, Türkiye'den ibaret Beşiktaş mı? Vizyonlu Dünya'dan ibaret Beşiktaş mı?...

Bu iş Kartal Yuvası'ndan alınan bir formaya benziyor farkında mısınız? Forma alıp para kazandırmakla, sabır edip vizyonlu bir takımın taraftarı olmak arasında pek bir fark yok. Bir yanda elden çıkan para iken, diğer yandan sabrın sonunun selamet olduğunu bilmek gerek. Bunun için hanginiz sormadınız kendinize, şöyle bir teknik direktör gelse 5 sene imzalansa, sabretsem, Beşiktaş'ım adını duyursa diye kaç kere hayal ettiniz?... Ben kendi adıma ettim. Emin olun sabrın sonu selamet. Bu adam Schuster demiyorum. Fakat Schuster'in türevlerini daha önce gördük bu kulüpte ve ülkede... Del Bosque vakkalarını yaşamak yada yaşamamakta karar vermeliyiz. Varsın Beşiktaş Konya ile berabere kalsın. Varsın Holosko gol atamasın bu sezon. 

Zaten insan emeklemeden yürümüyor değil mi?...

Eyvallah.

Not: Özellikle Madrid'den bir foto olsun istedim ki gözler açılsın. Beşiktaş nasıl bir değere sahip anlaşılsın. Kimse Beşiktaş'tan büyük değil elbette ama Beşiktaş'ta Türkiye'den ibaret değil !

22 Kasım 2010 Pazartesi

Ali Sami YEN'elim Be Abi

Takım iyi gitmiyor, kabul. Birşeyler eksik, eyvallah. Bunları herkes görüyor ve kimse aksini iddia etmiyor.

Fakat bu görünenlerden daha vahim olan şudur ki; bugünlerde "Gücüne güç katmaya, formanda ter olmaya geldik" bestesine yalnızca ve lütfen eşlik ediliyor. Hissiyatta sıkıntı var, bu terimi lugatımıza kazıyan Sergen'e de eyvallahımız var.

Beşiktaş taraftarı için fazlasıyla umutsuz ve bezmiş görüyorum halimizi. Hadi yazıp çizmeye, hadi umut etmeye hevesimiz kalmadı, kara mizahın mizah kısmından nasibini alamamış yavanlıkta perspektiflerden bakacak takati ve cüreti nereden bulabiliyoruz kendimizde? Galatasaray maçı maç başlığında bile belki ağır olacak ama dağarcığımdaki en uygun kelime bu olduğundan "mesnetsiz" ithamlar görüyorum. Küme düşmeme derbisi diyebilme arsızlığına kadar gidebilmeler seziyorum, ayıptır. Sadece prestij diyenlere diyorum ki, o sahaya Beşiktaş çıkacak Beşiktaş. O formadan daha büyük bir prestij var mı? Yazıktır.

Forza Beşiktaş diyoruz, Çarşı grubu resmi sitesi. Çarşı en basit tarifle Beşiktaş taraftarının merkezi. Fakat Kazım Kanat abimizin cesur yürek sıfatını layık gördüğü bizlerde bile bir sinmişlik, bir yılmışlık. Sezonu şu an bitirelim deseler "baba büyüksün" diyecek bir inançsızlık. Adama derler ki, hayırdır ne oluyoruz? İlk defa mı kötü gidiyor birşeyler ve hadi biz ilk defa şahit olduk diyelim, daha ilk darbede dağılacak kadar bisküviden mi atıldı bizim harcımız? Ya da her sene şampiyon oluyorduk da bu sene mi zorumuza gitti salt çoğunluğa göre havlu atmış olmak?

Oysa bakın, çok değil bir hafta on gün önce ne demişiz?

Abdullah Doruk Koc yazdı:
Son olarak temas etmek istediğim nokta bu yazının değil, bu sezonun değil, Beşiktaşlılığın en can alıcı noktalarıdır kanımca. 

Ben, ilk yarısını 3-0 galip kapattığımız maçta oğlunu uyutup maç 3-3 bittiğinde soluğu tesislerde alarak Şifo'ya "Ben sabah oğluma ne derim kaptan?" diyen adam tanırım, Beşiktaşlıydı.
Ben Kezman'ın golüyle 1-0 kaybettiğimiz Fenerbahçe maçından sonra günlerce hayattan soyutlanan, sakal tıraşı olması gerektiğini babasının "aczimendi" benzetmesiyle hatırlayan adam tanırım, Beşiktaşlıydı.
Ben Liverpool maçında o malum skordan sonra Çarşı kaşkolunu açan abiyle oturup iki çift laf etmedim, ama nerede görsem tanırım. Beşiktaşlıydı.
Ben Beşiktaş'ın küme düşme adayı olarak gittiği Zonguldak deplasmanını "O günleri gördük ama yine de vazgeçmedik." diye gururla anlatan Beşiktaşlı babamı da iyi tanırım ve derim ki; keşke biz de o günlere yetişebilsek, o acılarla yoğrulabilseydik. Bugün en ufak bir esintide savrulmayacak dirayeti gösterebilmek adına...


Biz doğum tarihimize ithafen Metin-Ali-Feyyaz çocukları denilebilecek şanslı keratalardık. Beşiktaş'tan dolayı acı çekmişliğimiz olmadı. "1-2-3 gol yetmez 4-5-6 olsun." beklentimiz o dönemki Beşiktaş'ı en iyi anlatan mısra olsa gerek. Benim hatırladığım ilk gözyaşım ise 93 yazına rastlar, müsebbibi Galatasaray'dır. O akşamın hala hafızamda kalan cümlesidir, "Hani şampiyon olacaktık baba?"

Hiç tanımadığım, yetişemediğim, bir mahalle kahvesinde oturup karşılıklı iki bardak çay içemediğim Mühendis Oktay gelir aklıma, rakip Galatasaray ise. Yiğidimizi ihtirasımıza bulaştırmak değildir maksat, ister istemez süregelen bir hınçtır içimdeki. Yine kendim tanık olmadığım fakat anlatılan, duyduğum, öğrendiğim Malatya'ya giden Murat 124'ler vardır, Gökhan'ın son dakika golüyle gelen 86 şampiyonluğunun son maçı olan Trabzon deplasmanında Galatasaray'ın Trabzonlu bir yöneticisinin soyunma odasına kadar girip "Hadi uşaklar" diye nara atışı o günleri hiç görmememe rağmen kulaklarımdadır.

O ilk bilinçli gözyaşından beri, Galatasaray maçları kah o yaraya pansuman, kah tuz olmuştur. Pascal'ın ölümüne kafasıyla Taffarel'i kıyak emekli ettiği maç, Sergen'in atıp şampiyonluğun gelişi, Ricardinho'nun tavana astığı penaltı, Sivok'un Arda'ya olan gol sevinci naziresi gönlümüzün hoş olduğu anlardır. Halilagic'in geri pası hayata küskünlüktür, "Zalat gelsin sizi kurtarsın" derken gelen Hasan Kabze volesi kaderin ağ örüşüdür Şifo'nun kupa finalindeki röveşatası şahlanıştır. Çifte kupalı şampiyonluk senesinde maç öncesi bir kartalı çağırdığımızda alayının gelişi o maçta tribünde olma şansını yakalayan benim için şampiyonluktan ötedir, efsanedir. Bu örnekler bitmek tükenmek bilmez, bundan sonra olacak bu gibi hadiseler de bu zamana kadar yaşananlarla benzer etkiler yaratacak, benzer izler bırakacaktır.

Dolayısıyla ben yaklaşan bir Galatasaray derbisine bu soğuklukta ve vurdumduymazlıkta bakamam. Bugüne kadar yorum ve övgüleri ile beni layık olduğumdan belki çok daha fazla yücelten sizlerden ricam, burada yorumlarınızı gören herkese heh şöyle dedirtmenizdir.

Ali Sami Yen tersmiş, Galatasaray bize karşı ballıymış.
İşler tersoymuş, Bobo ve Quaresma da yokmuş.
Yakışmıyor bu ölü toprağı bize. Bakın çok şükür, Üzülmez'in sağ ayağı hala yerinde.
Hele bir de ömürde görülecek son Sami Yen deplasmanı ise bu;
Bi el atın, omuz verin de şu maçı alalım be abi.
Beyoğlu'nun içinde doğan o çılgınca aşka güzel bir sezon finali çekelim. İnanalım herşeyden önce. 
Çünkü mbaşka çare yok.
Bu hayata gelmeyi biz seçmedik.
Bizi dünyaya getirenleri de.
Doğduğumuz toprakları, gireceğimiz kara toprağı da.
Hatta yaradan tektir ama bizi yaradanı bile biz seçmedik.
Tüm bunların yanında Beşiktaş bizim Beşiktaşımız. Biz seçtik, biz sevdik. Şimdi cefasını bizden başkasına yedirmeyiz. Yanında olma şerefini de hakeza...

O zaman hep bir ağızdan;

Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
Samiyen'de Cimbombom'u devireceğiz
Şampiyonluk şarkısının ...

21 Kasım 2010 Pazar

Yine Bana Hüsran, Yine Bana İsyan

Beşiktaş maçlarından sonra ortaya konan acayip yorumlar neticesinde, Beşiktaş taraftarlarında ilginç bir değişim gözlemliyorum. Kendi adıma söylemek gerekirse, takım kötü oynadığında büründüğüm skorsal taraftarlıktan ötürü kendimi de bu kitlenin içine koyuyorum baştan belirteyim. Bunun sebepleri var elbette... Fakat hiçbir zaman futbolculara karşı yahut kuşanılan “Bobo’cu, Gogo’cu zihniyeti asla kabul edebilmiş değilim. Beşiktaş’a gelen her futbolcunun da iyi olduğunu söyleyemem elbet. Daha geçen hafta ortaya çıkan çakma menacer, toy futbolcu durumları ortadayken, Türk Futbolcusu ve Türk Futbol anlayışının nerelere indiğini görebiliyorum…

Bu durumda skor taraftarlığına bürünen bünyelerin ne denli sağlıklı düşündüklerinden de şüpheliyim. Sinir harbinde herkes kadar olur olmaz sözleri ağızlarından, klavyelerinden çıkartacak cüretteler. İnsan dingin olamıyor doğal olarak. Fakat bir Beşiktaş’lının 90 dakika kaç tane ruh haline büründüğünü sıralamaya kalkarsak tartışmanın boyutu uzar gider…


Sağlıklı düşünememenin verdiği bu durum olur olmaz çevrelerindeki insanlarıda etkiliyor. Bir Beşiktaş’lı sözlerine ve yaşamına dikkat etmelidir. Keza Beşiktaş adı varsa ortada asla gösteriş ve kibir yoktur. Bu bilinç ile hareket etmedikçe sağlıksız tartışmaların sonu gelmiyor.

Daima maçlardan birkaç gün sonra oturup düşünüp yazmak istediğim bu bloga zaman zaman sinir harbinde yazdığım da oldu. Beşiktaş’ın ortaya koyduğu futbola karşı herkes kadar bende tepkiliyim. İsteksizliğin neden bu kadar su yüzüne çıktığını anlamıyorum futbolcularda… Kafalarının sürekli saha dışında olduğunun izlenimini sezmekten paranoyak olacak duruma geldim. Beşiktaş’a yakışan ya da yakışmayan futbolcu kıyaslamasından öte, Beşiktaş adının ne denli ağırlık uyandırdığını merak ediyorum futbolcularımızın zihinlerinde… Teknik taktik olaylardan daha çok düşündürücü nokta, yaşları itibari ile Türk Futbolu’nda yol katetmiş isimlerin, hâlâ acemi oyuncular gibi hareket etmeleri kabul edilebilir cinsten değil. Zaten sinir harplerinin çıkış noktası olarak bunlar göze çarpıyor ilk etapta… Bir futbolcu 28 / 30’lu yaşlara geldiğinde en az kendilerine idman yediren hocaları kadar tecrübe kazanmış durumdadır. Bunun neticesinde daima kendilerinden beklentilerin yüksek olacağının farkında da olmalıdır. Beşiktaş’ta bu tip futbolcuların çokluğu da göze çarpıyorken insan olur olmaz alınan sonuçların etkisinde kalarak, yukarıda değindiğim skor taraftarı haline bürünmüş gibi gözüküyor.

Oysa olay o kadar net ki, Beşiktaş’ta ki tecrübeli isimlerin istekli oldukları kadar amatörce hareket etmelerinden kaynaklanıyor bu durum.


Dün akşam Konyaspor maçında da olduğu gibi sistemin götürüsü olan 2 puanı daha kendi evimizde bıraktık. İstatistik olarak hatırlamasamda net olarak, sanırım evimizde kaybettiğimiz 10 ya da 11. puan bu.

Futbolculardan ve istatistiklerden yola çıkmışken Beşiktaş’ta forma giyen arkadaşların daha önceki sezonlara göre performanslarının inanılmaz derecede düşüşte olduğu da açık. Birkaç futbolcu haricinde tabii bu durum.

Örneğin Tabata her zaman ki Tabata olmakla beraber, bu adam yüzünden her ne kadar seveni kadar sevmeyeni de olsa, hatta CocoStar olarak adlandırılsada, Delgado’nun gidişi ve maliyeti ile zaten sempati açısından Beşiktaş taraftarlarının büyük kısmında etkisiz eleman olarak göze çarpmakta… 3 maçın 1’inde iyi işler yapması Tabata’nın iyi futbolcu olduğunu asla göstermez. En azından kriterlere uygun değil kanımca.
Diğer yandan Holosko’nun bu kadar pasif kalışı, özellikle geldiği yılı aramamama rağmen en azından geçen seneden uzak görüntü çizmesi tamamen soru işareti… Dua etmeli ki alternatifsiz bir bölgede kaldığı için şans buldu bu yıl. Yamulmuyorsam Holosko’nun iki tane çocuğu var. Sanırım ailesi ile ilgilenirken futboldan uzaklaşacak noktaya geldi. Bu bir düşünce, kesinlik kazanmayan bir tez, baştan belirtmeliyim. Belki de bazı futbolcularda aile hayatı ters tepebiliyor diye düşünürken paranoya’nın sınırlarınıda zorlamamda fayda görmüyorum açıkçası…

Konsantre eksikliği mi dersiniz ne dersiniz bilemem ama dün akşam atamadığı gollerin acısını çekecek diye düşünüyorum. Zaten hali hazırda Beşiktaş taraftarınında kendisine hakaret etmesi olayların tuzu biberi oldu. Kimse Beşiktaş’tan üstün değildir. Fakat Beşiktaş’ın futbolcusu ise, bir şekilde üslup ayarlanmalıydı diye düşünüyorum. Belki de insan bazen kendi cezasını kendisi kesebiliyor…

Velhasıl 60 metreden top sürülerek yine kontra ataktan gol yememiz ile 1-0 geri düştüğümüz pozisyon bence maçın en acı noktasıydı.

Bundan sonra baskılı oynasakta kontra ataklara çare bulmadıkça Beşiktaş’ımızın başı epey yanacak ve bizde futbolda keyif almadığımız haftaları geride bırakacağız.

Baskı’dan bahsetmişken, Lig Tv spikerleri adları her neyse maçın ikinci devresinde bir diyalog sundular ki dillere destan…

Beşiktaş’ın kaleye bol şut çektiğinden dem vururken Konya’nın kalemize iki kez gelip gol yediğini belirtiyorlar. Bunun neticesinde Beşiktaş’ın baskılı oyununa rağmen, Konyaspor’un %100 ile oynadıklarını utanmadan söylüyorlar. Yani kendi maçımızda bile rakibimizin istatistik bile olmayacağı rakamlar ile uğraşarak tamamen sinir harbinin sınırlarını zorluyorlar.

Ve tabii ki bu bir ilk değil. Maçın içerisinde sürekli Beşiktaş’ın rakibine övgüler ile gerekli emirleri yerine getiriyorlar…

Ne diyelim kendilerine yakışanı layıkıyla yapıyorlar…

Schuster inadı mı diyoruz artık ne ise… Beşiktaş’ın bir an önce toparlanması gerektiğinin su yüzüne çıkışının bilmem kaçıncı haftasında artık cidden sabırların zorlandığını belirtmeliyim. Keza bu işin suçlusu ön planda olmayan yönetimdir gözümde… Beşiktaş eğer Schuster’in sistemine uyacak kabiliyette değilse B planını cebinden çıkarmadıkça yönetim, BankAsya’ya el sallamaya son 3 hafta kaldı diyebiliriz…

Ben Schuster’in inat ettiğinden öte, işine biraz karışılmasına tarafım. Fakat bu işi bilen gayet olgun yöneticilerimiz tarafından bu iş gerçekleşmeli. Beşiktaş’ta dikta süren Demirören’in şimdilik gelişmeleri izlemesi sanırım en doğrusu… 

9 Kasım 2010 Salı

Mutsuz Bir Sonbahar Akşamı Hikayesi

Ben ve benim gibi hayatının en önemli değerlerinden olan belkide en önemli değeri olan Beşiktaşımızın maçı vardı 08.11.2010 gününün saati 20:00 bulduğunda bizim tabirimizle mabed, yeni adı ile Fi Yapı inönü stadında. Tribünleri dolduranların büyük kısmı işyerlerini maça yetişmejk için erken kapatmış, bazıları patronlarından günler öncesinden izin almış, bir kısmı öğrenci olanlar sınavları olmasına rağmen önce Beşiktaş deyip maça koşmuşlardı. İşin maddi boyutuna hiç girmek yol sıkıntısına falan hiç ama hiç girmek istemiyorum. Herkesin ortak bir dileği vardı, güzel futbol ve de galibiyet...

Maç başladığında dileklerimiz ve isteklerimizin ulaşması için sahadaki 11 tane futbolcuya aşkımızı haykırmaya, renklere olan sevgimizi kendimizi yırtarcasına göstermeye başladık. Ama sahada oynanan futbol hiçmi hiç iç açıcı cinsten değildi. Herkesin fark yaptığı kasımpaşaya bizim oynadığımız futbol, kurduğumuz baskı diğerlerinin oyunundan çok ama çok farklı idi. İkinci yarıda değişen bir durum yoktu. Netice itibari herkesin fark attığı kasımpaşa ile berabere kalmış gerçekten büyük fark ortaya çıkarmıştık.

Holosko, Tabata, Nihat gibi ayakta durmaktan aciz, sırf sahada görüntü amaçlı bulunan futbolcular olduğu sürece bu tip skorlara alışmak gerektiğini düşünüyorum. Tam form tutmaya başlamış Hilberti oynatmayıp Erhanı takıma koymak, Orta sahayı ayakta tutan Aurelio’yu ikinci yarıda oyundan almak neler düşünülerek yapılmış taktiksel değişikliklerdir anlayabilmek zor.

Heyecan içerisinde başlayan gün homurdanmalar ve sinir bozukluğu eşliğinde insanların evlerine gitmeleri ve uykusuz bir gece geçirmeleri ile son bulmuştu. Böyle geceleri tekrar yaşamak dileğimiz bizim için çok büyük bir istek olmamakla beraber pekte kolay gözükmemektedir.

Hiç bir zaman için skor taraftarı olmadım, ama oynanan futbol gerçekten düşündürücü, Tribünlerin muhteşem desteğini hak eden ve o kutsal formayı hak eden futbolcularla kurulu bir takım izleyebilmek dileği ile.


Hayatta Beşiktaş !

Saygılar, Sevgiler...

Sopa.

26 Ekim 2010 Salı

Soru İşaretleri: Kontra, Ofsayt, Defans

Ben mi farklı bir maç izliyorum yoksa çevremdeki insanlar mı anlamış değilim. Hele ki şu son 3 maçtır Beşiktaş'ın mağlubiyetleri sonrasında yapılan muhabbetlerde, sürekli Schuster'in iyi hoca olduğunu vurguluyorlar bana karşı.. anlamış değilim. Ben aksini asla iddia etmedim.Schuster'i de değerlendirecek olan zaten ben değilim. Had bilinmeli. Fakat Bir kaptan gemisinin varış noktasını, rotasına bakarak çizmeli. Eğer çizmezse böyle deniz olmayan Kayseri'de çöle saplanırsın. Hoş değil bu durum. Kendi elimizle zaten tetikte bekleyen medyaya malzeme veriyoruz... Yenilgilerden dolayıda moraller bozuk. Tamamen dibe batmış bulunuyoruz moral olarak.



Beşiktaş iyi top oynuyor. Ayağa pas yapıyor, eyvallah. Diyecek sözüm yok buna zaten. Fakat sorunun başlıca sebebi olarak, sistemin getirdikleri olarak görüyorum. Baskılı futbol oynayarak gönülleri feth ediyor Beşiktaş. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, işte bu futbolun götürüsünü çözebilmekte saklı. İllaki bu takımın teknik patronu bu konular hakkında kafa patlatıyor. Fakat deneme yanılma yapmıyorsa o zaman vay halimize. Çünkü Beşiktaş oynadığı baskılı futbolun zararını yediği kontra goller ile görüyor. Hadi diyelim Kayseri'nin golü kontra değil... O zaman bende inanayım size... Adamlar maçın ilk 15 dk.sında üzerimize geldiler. Sonra biz gittik. Fakat bunun sürekliliğini sağlayamayınca olan oldu. İkinci yarıda da aynı hikâye nüksetti. Kayseri'nin 2. yarıda kaçırdığı 4 net gol pozisyonu vardı dikkat ettiyseniz. Bu da demektir ki en azından benim için demektir ki; Beşiktaş'ın bekleri, defansı her neyi ise, ya yalnız kalıyor, ya yanlış oynuyor.

Defans blogundan kastım tamamen iki stoper'in geride kalmasından kaynaklanan sorunlar. Zaten bu bölgedeki adamların tandem oynamaması üzerine bal çalar cinsten. Oysa benim idealim tandem oynayan, ki bunu geçen yıl ve ondan önceki yılda yaptık, bir stoper anlayışı. Geride süpürücü kalmayınca ve özellikle buraya dikkat çekmek istiyorum; Sağ-Sol bekler bile ileride olunca Beşiktaş tamamen kontra yiyen bir takıma dönüşüyor. illaki kanatlardan takıma atak sağlanacak fakat önce rakibini ekarde edemiyorsan, bu huydan vazgeçeceksin. Çünkü bu durumda artık Beşiktaş Lig için ezberlenmiş bir takım görüntüsüne büründü. Rakip tamamen Beşiktaş'ın zaaflarına göre top oynuyor. Dediğim bu tandem stoper mevzuu ofsayt taktiği de terk edilmediği sürece tutmaz. Süpürücü demişken bir Sivok, bir Ferrari bu nitelikte adamlardı. Tabii ki sistem o zaman farklıydı...

Süpürücü görevi görmeyen bir defans'dan medet ummak, özellikle Beşiktaş'a mâl olmuş futbolcuları harcamak isteyenlere birebir koz. Keza görüyoruz neler konuşuluyor futbolcular hakkında.


Hali hazırda yan toplara çıkamayan, çıksada alamayan iki tane kalecimizde varken Beşiktaş'ın daha çok canının yanacağını üzülerek bekliyorum. Çok karamsar değilim fakat ikinci bir plan olmadığı sürece, Beşiktaş erken gol bulamadığı maçları böyle dakikalarda kaybedecek durumda.

Sorunları sıralarken çözümleride düşünmek gerekir. Ben en azından ofsayt taktiğinin ve Beşiktaş'ın defans anlayışının değişmesi için ufak tefek gözümle gördüğüm fakat pahalıya patlayan olayları sıraladım. Schuster'den bir nebze umut kaybetmedim. Ama özellikle bu blog yahut diğer bloglarda da arayın, herkesin ortak noktası; mağlubiyetlerden ders çıkartmak. Bizler bunu dile getiriyoruz fakat ortada hala bi ısrarcılık varmış gibi gözüküyor, Beşiktaş'ı sahada görünce...

Hem zaten ileride kurulan bir takımın kontra yememesi ofsayt taktiği olsun olmasın, anormal olur. Beşiktaş ileri uçtan pek fayda göremiyor takım savunması anlamında. En azından koşan, pres yapan bir görüntü çizmiyor. Pres ve koşu sadece defans ile orta saha futbolcularında göze çarpıyor. Bununda yetersiz kaldığı yerler, futbolcuların ileri uçta kalmalarından kaynaklanıyor diye düşünüyorum.


Ben her ortamda Beşiktaş mevzuu olunca sorunun buradan kaynaklandığını dile getiriyorum. Sakatlıkların olması kadro seçiminde Schuster'i sıkıntıya düşürüyor bunuda görmezden geliyor değilim. Düzelmesini umut ettiğim dek nokta Beşiktaş'ın defansif zaafları. Takımın hücum futbolu oynamasının son derece modern bir anlayış olduğunun farkındayım fakat bunun zamana ve sabıra dayalı olduğunu herkes çözemiyor. O yüzden ufak homurdanmaları örtmek için bir an önce Beşiktaş'ın defans anlayışını değiştirmesi gerekmekte...

Hali hazırda bazı futbolcuların krediside eksilere iniyorken, kaos'a ramak kaldığını hatırlatmakta fayda var. Ama umarım Del Bosque gibi olmaz Schuster'in sonu. Hocaya kemik tayfanın güveni sonsuz. Benimde öyle... Ders çıkarma konusunda eksiklikleri de örtersek ligi yakalarız diye düşünüyorum. Uzun maraton maval'ınıda bu yüzden görmezden geliyorum. Ki, Beşiktaş başkalarının tökezlemesini beklemesin. Hali hazırda 10 puan gerideyiz Bursaspor'dan...

Kayserispor'a karşı antipatim var. Ama yiğidi öldür hakkını yeme derler ya, Şota gerçekten iyi bir takım kurmuş. Zaten potansiyeli olan bir takımken oyuna hükmeden ne istediğini bilen bir görüntü çizmesini sağlamış. 

Rakibide tebrik eder, önümüzdeki maçlara bakarız...

22 Ekim 2010 Cuma

Kale'den Ötesi

Porto maçını herkes kadar heyecanla beklerken ki bu haftalar öncesiydi, hiç böyle kısır bir girdaba düşeceğini ummazdım Beşiktaş'ın. Sakatlıklardan dolayı bırakın kadro kurmayı A2 takımından futbolcuların 11'de yer alması gündemde... Tabii ki kabul edilebilir ve Beşiktaş taraftarının hep dile getirdiği "Özkaynak" düzenine geçiş için olumlu bir durum olur. Fakat iş UEFA Avrupa Ligi olunca taraftarda olur olmaz homurdanmalar olmuyor değil... Çünkü Türkiye Liginin tozunu yutmadan Avrupa'da maça çıkacak olmaları A2 takımındaki futbolcularımız açısından da bir dezavantaj konumunda... Taraftarın olası kötü sonucu bu futbolcuların üzerine yıkmamaları tek temennim. Hakan Arıkan'a verilen destek olası kötü sonuçta A2 futbolcularımıza fazlası ile verilmeli...


Porto, Beşiktaş'ın şuan alışmaya çalıştığı sistemi bir nebze uygulayabilen bir takım. Özellikle atik futbol oynamalarından dolayı patlamaya hazır bir bomba niteliğinde... Zorlu maç olacak. Porto'yu bu kadar da büyütme dediğinizi duyar gibiyken, Beşiktaş'ın da kolay bir lokma olmayacağını, en azından 2007/08 sezonundaki maçtan farklı olacağını düşünüyorum. 

Bu noktada Beşiktaş'ın kadro sıkıntısı ile beraberlik düşünebileceğini ama son çare bunun olacağını umut ediyorum. Quaresma'dan yoksun çıkmak büyük bir kayıpken, 07/08 sezonunda alınan neticenin bir fitil niteliğinde Beşiktaş'lı futbolcuları ateşleyebileceğini düşünüyorum. Uefa umutlarımızı tüketen Porto'dan her ne kadar Quaresma'nın müthiş oyunu ile olsada rövanşı alınmalı... En azından alttaki rakiplerimizin alacağı neticeleri kestirmek gerekirse beraberlikten öteye geçilmeli... Ki, liderlik olayına 3 takım katılmasın. Yahut averaj ile kısır döngü yaratılmasın... 

Tabata ile başlanacağı malumken Tabata'nın lig performansından öteye geçemeyeceğini bilerek yanlış tercihlerin kadro sıkıntısı nedeniyle mecburi tercihlere dönüşeceği kesin. Schuster'in kafasındaki planları anlamak şimdilik zor. Tabii ki o da böyle olsun istemezdi. Fakat sistemini oturtucam derken artık futbolcuların özel yaşantısından mı? yoksa idmanlarda ki kondisyon yüklemelerinden midir? bilinmez, Beşiktaş'ı revire çevirip çevirmemeyi kestirmeliydi...

Bu akşam işimizin zor olduğunu tekrar belirtirken, tribünümüzün görsel şov hazırlığında olmasıda ayrı bir heyecan katmakta... Merakla görsel şovu bekliyorum. Ve Beşiktaş taraftarı üzerine düşeni fazlasıyla yapacakken, futbolcularımızında fazlasını temenni ediyorum...

************************************************************************

Diye yazacakken dün, elektrik kesilmesi ve bilgisayarın arızalanması nedeniyle yazıyı tamamlayamadım.

Maç sonu beni düşündüren konuların başında; tribün performansı, Hakan Arıkan'ın kredisi ve Schuster'in inadı oldu...

Keza Hakan'da bu kadar ısrar edilmesi sebebiyle kredisini taraftarın büyük çoğunluğunda tüketmiş bulunmakta. Kemik kadro için bu böyle değil elbet, değişen profildeki taraftarlar için artık Hakan Arıkan Beşiktaş için düşünülemeyecek bir isim. Fakat benim için asla öyle olmadı. Birinci kalecilikten ikinci kaleciliğe terci ettirilebilir. Bu konuda Cenk ve Rüştü için olumlu düşüncelerede sahibim. Fakat özellikle Rüştü için direnen tayfayı anlamakta zorluk çekiyorum. Bence Rüştü artık Beşiktaş'a kaleci antrenörü olarak hizmet etmeli... Daha iyi alternatifleri bulabilirsek o da yapılmalı...

Sakatlıkların yakamızı bırakmaması konusunda dün ki düşüncelerimin arkasındayım. Bir an evvel bu konuda bir komite yahut ne yapılacaksa yapılmalı... Lig uzun maraton, inişler çıkışlar olacak demekle bu işler yürümüyor. İyi bir kaptan rotasını daha sezon başlamadan çizmeli... Keza Schuster'in iyi-kötü yanını tartışacak değilim. Fakat kaçırdığı bir şeyler var. İsteyipte bulamadığı bir durum mevcut Beşiktaş'ta...



Porto'nun tamamen takım olduğunu gözle gördükten sonra, Hulk gibi bir futbolcunun Portekiz'den başka bir lig'de futbol serüvenine devam etmesi aşikar. Bunun da Türkiye'de Beşiktaş'ta olmasını istemeyenin aklından şüphe etmek gerek. Diğer yandan Porto kalecisi Helton'un 2005 yılından bu yana Porto kalesini koruduğuna dikkat çekmekte yarar var diye düşünüyorum. 5 yıldır bir kalecinin değişmemesi en azından istikrar abidesi olarak göze çarpıyor. Türkiye'de Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe düşünüldüğünde kalecilerinin sürekli değişmesi takımdaki sıkıntıların başlıca sebeplerinden birtanesi olsa gerek. Özellikle Galatasaray bu sıkıntıyı 2 senedir yaşıyor. Beşiktaş'ın da bundan farkı olmamakla beraber, antrenman sakatlıkları ve topun ele çarpıp gerçekleşen sakatlıkları, kalecilerimizin fiziki durumu yahut antrenmanların ne şekilde yapıldıklarını soruşturmaya hak kazandırır nitelikte...

Hakan Arıkan'ın 2007 yılından bu yana Beşiktaş kalesini koruduğunu Helton'ın yanına iliştirmekte yarar var...

İşin kısası Beşiktaş dün 3 puan kaybetti. Fakat bunun artı yönlerine yönelip eksikleri görmezden gelmek olmaz. Beşiktaş A2 takımından alınan futbolcuların en azından Türkiye şartlarında ne şekilde A takıma aç olduklarını gördü... En azından ben gördüm. Üzerinde durulması gereken asıl mesele, Schuster hocanın sisteminin yanı sıra Beşiktaş'a ne kazandırıp ne kaybettireceğidir. Bunu yapılanma ile başaracaksa bir an evvel gençleştirme operasyonu yapılıp, A2 takımında ki cengaverler kazanılmalıdır...

Sorun Beşiktaş'ın kalesinden ötede..

20 Ekim 2010 Çarşamba

3 Maymun Medya

Basında söz konusu Beşiktaş olunca pek fazla yer almaz iyi yapılmış işler... Sürekli bir baskı vardır Beşiktaş'lının üzerinde... Çünkü bunun sebebi iyi işlerin 2 satır yazılıp, kötü gidişatta her daim üzerine gelinmesi ve neredeyse kitap yazar gibi meselelerin üzerinde durulmasıdır. Bizler taraftar olarak alıştık bu duruma. Fakat gelen neslin bu duruma ne kadar tahammül edebileceğini kestiremiyorum. Çünkü artık bir nesil Beşiktaş'ın peşinden el ile tutulur sebeplerden dolayı gidiyor... Eminim ki haklarını sonuna kadar savunacaklar abileri gibi... 



Malumunuz dün (19.10.2010) Elazığ'da Kovancılar Beşiktaş İlk Öğretim Okulu'nun açılışı yapıldı. Bu kulüp bünyesinde eğitime yapılan en somut örneklerden ilk'i hatırladığım kadarıyla. Modern şekilde donatılmış bir okul kazandırdı Beşiktaş Kulübü Türk Milli Eğitimine... Bugün spor basınında ve ulusal gazetelerde en azından ilk sayfalarından haber yapılması gereken bir olayı gerçekleştirdi Beşiktaş. Ve ben bugün gazetelerin anasayfalarında neler mi görüyorum?.. Çıplak Rus ajanları ile Sapık koleksiyonları bulunan bilmem nere memleketinin komutanını... 

Spor medyasına dönüyorum. Kopyala/Yapıştır gazetecilerimizin her transfer döneminde en azından taraftar forumlarından ayrılmayıp, buradaki dedikoduları(!) gazete manşetlerine kadar taşıdıklarına şahit olduk. Fakat iş olumlu ve eğitimsel olunca hele hele Beşiktaş söz konusu ise 3 maymunu oynuyorlar. Haber değeri taşımadığını düşündüklerinden midir bilinmez ama en azından ilk sayfada yer alacak haber niteliği taşıdığı aşikâr...

Daha önce spor gazetelerinden birtanesinin zeka eksiği fenerli taraftarların Beşiktaş armasındaki Türk Bayrağı'na yunan bayrağı monte edip açtıklarını herkesin görmesine rağmen, PAOK taraftarı yapmışcasına lanse etmesini de hatırlamak gerek. Bunun üzerine özürü yapıştırdılar ne kadar inandırıcı olmasada... Maksatları tamamen kaos ortamlarından nemalanmak olan bu gazetelerin neye hizmet ettiklerini anlamakta zorluk çekiyorum. Daha dün gerçekleşen güzel bir olayda sessiz kalmalarına bağlayacak olursak şayet, hizmet ettikleri düşünce net olarak  ortaya çıkıyor.

Beşiktaş taraftarının ne kadar sosyal sorumluluk üstlendiğini sadece "sosyal" olarak ifade eden gazeteler, iş taraftarın fikir ayrılığına düştüğü zaman kolları sıvayıp yangına körükle gidiyorlar. Taraftarların daha düne kadar Niğde'nin ilçelerinden birtanesine yardım kampanyasınıda belirtmediler. Bakın iş reklam değil burada. Eğer ki reklam etmek olacaksa bunun kesinlikle yapılmasıda gereklidir. Çünkü örnek teşkil eden davranışları medya duyurmalıdır ki, bu konuda hassaslaşalım. İş 2 saatlik reality showlar ile para toplayıp duyarlı gözükmek ile olmuyor...

Keza duyurulmalı ki bu konuda daha çok yardım toplanabilsin. Fakat bu düşünceden yoksun medyamız nedense kötü işlerde attıkları büyük puntoları bu tür kampanyalarda gösteremiyorlar... 2 satır yazıyı sosyal projelerden esirgiyorlar...

Siz böyle olmaya devam ettikçe Beşiktaş ve Büyük Beşiktaş Taraftarı bu tür kampanyalara dört kolla saldırıcak bunan eminim. Ama... Söz konusu Futbol'un güzelliklerini yansıtmak olduğunda, renkli kulüplerimizi bu işin odağı gibi göstermek olduğunda orada durup, varsa vicdan muhasebesi yapmanız gelecek Beşiktaş'lı neslin yakanıza yapışmaması için lehinize olacaktır...

Bir nesil Beşiktaş'ı Beşiktaş'lı olarak okuyor... Sıkıysa engelleyin !

17 Ekim 2010 Pazar

Sıkıntı Devam Ediyor

Nedir bu puan kayıpları diye araştırmaya kalksak sanırım tek bulacağımız nokta Beşiktaş'ın açık futbol oynamasından kaynaklandığıdır. Belki de benim görüşüm bu yönde... Maçın ilk dakikalarında tribünün istekliliği kadar futbolcularında saldırganlığı işte Beşiktaş dedirten unsurlardı. İyi başlayıp kötü bitiyor bazen masallar... 



Senaristlerin mi? yoksa yönetmenlerin mi? neden olduğu kötü yönetim yada imkansızlıklar masala orta yerinden girmeye neden oldu. Doğal olarak da başını bilmeyen kıçını göremezmiş...

Maç öncesi pek teknik/taktik olaya girmedim. Beşiktaş'ın mağlup olmasının nedenlerini sıralamak istemedim. Şimdide öyle... Fakat sakatlıkların can yakacağı aşikardı. Keza öyle de oldu. Ferrari'nin sakatlanmasıyla Schuster'in planlarının ters gitmesini izledik. Zamansız gelen sakatlıklara bir an önce çare bulunmazsa Beşiktaş A takımı ligi tamamlayamayacak gibi geliyor. 

Tabata'lı Beşiktaş'ın tahinsiz pekmez tadında olması ilerleyen zamanlarda mide yanmalarına sebep olacağını bilmeyen Schuster'in özellikle Tabata'da ısrar etmesi zaaflara zaaf ekler cinstendi. Hiç gerek yokken gördüğü 2 sarı kartlara mı veryansın etmeli bilemiyor insan. Fakat gerçek ortada ki Tabata geldiği sezona yönelik üzerine katarak elinden geleni yapıyor. Ama Beşiktaş gibi büyük takım topçusu olduğunu düşünenler eminim yanılıyorlar. Aynı noktada vasat Hilbert'in de yanlış saymadıysam yaptığı 1500 ortanın bir tanesinin (ki o da serbest vuruştan kaynaklanmıştı) hedefi bulup gol olması kendini ispatlar cinstendi... Yabancı kontenjanından dem vuran bizler kontenjanı torpil ile dolduranları dile getirmeliyiz ki gözler açılsın. 

Hakan Arıkan'ın olur olmaz hataları ile süslenmiş Beşiktaş defansının zaten sistem gereği 2 adam ile geride kalmasından dolayı yediğimiz gollere inanamıyor insan. Rakibin kontra futbol ile oynayacağını çözemiyor olmaları da futbolcuların artık, idmandan çok bu konu hakkında beyin jimnastiği yapmalarını gerektiriyor.

Fink'in sahada olması ve akabinde gelen olumsuz yorumlara karşı hayrete düşerken, bu adamın bu sezon kaç maç oynadığını düşünmeleri gerektiğini belirtmek isterim. Fink bu takımın topçusudur. Dikkat ederseniz bu kutsal forma adamın üzerinde emanet durmuyor. Farkında olamamak üzücü... Orta bölgede kuvvetli olmak Beşiktaş açısından avantajdı. Fakat az önce değindiğim kontra futboluna karşı hızlı adamların bu bölgede bulunmaları şart. Gerek Ernst'in gerekse Necip'in ortaya yüreklerini koyduklarından şüphem yok. Hata yapılabilir. Yalnız bu hatalar sık sık tekrarlanırsa sıkıntı o zaman doğar. Tıpkı Hakan Arıkan'ın bir maçının bir diğerini tutturamaması gibi. Özellikle kalecilerin böyle hatalar yapmaları doğal olarak diğer 10 arkadaşında da bir güven eksikliği yaratıyor.

İbrahim Üzülmez'in 90+3'de bile canla başla top sürüp takımı atağa kaldırmasından ders almalı bazı futbolcular. Sadece Beşiktaş değil, diğer takımların futbolcularının da imreneceği bir durum olmalı bu. Gerçekten kaptan bu konuda aldığı paranın ak süt gibi helal olmasını verdiği emekle hak ediyor...

Manisa'nın zorlu bir rakip olduğu ortaya çıkmışken Hikmet Karaman'ın ilk gol sonrası gayet sakin olup yedek kulübesini de sakinleştirmesi Beşiktaş'ın büyüklüğüne olan bir işaret gibi geldi.. Gerçekten canı gönülden tebrik etmeli Hikmet Karaman'ı... Futbolcularının işi zora sokmasına izin vermeyip birlikte kapanıp birlikte kontraya çıkmalarını gayet iyi işlemiş...

Beşiktaş 3. kez mağlup oldu 8 haftalık periyotta... Lig açısından sıkıntı doğurur elbet. Fakat Avrupa'nın vermiş olduğu yükü de göz önünde bulunduran Schuster'in bir an önce lig'e yabancı kesilmemesi gerekiyor. Futbolda bahane bitmez. Ama görünen o ki Beşiktaş'a biçilen sistem lige henüz uyum sağlayamadı. Bu sebeple üzerinde durulması gereken konuların başında sakatlıklar ve sisteme uyan futbolcular ile kadro yapısının sağlamlaştırılması şart. Oturmuş ilk 11 olmamasıda bunun başlıca sebebi. 

Spor medyasının gündeminde 2. Rijkaard vakası olarak Schuster'in gösterilmesine ramak kalmışken, rotasyonun bu noktada en büyük sebep olacağı kesin.

Önümüzde önemli bir Avrupa mücadelesi olacak. 

Şimdiden sakatlıklardan arınmış korunmuş bir Beşiktaş görmek temennisi ile...

Oluruz Oluruz

Özlemiştim...

Birlikte dışarıda bulunduğum dördü Galatasaray, biri Fenerbahçeli arkadaş grubumu ''Hadi lan maç başlıyor, bize gidelim.'' diyerek sürükledim kendimle. Maça on kala evdeydik şükürler olsun, maça beş kala da formam üzerimdeydi.

Çocukluğumda santraya on dakika kala radyoyla verdiğim savaş geldi aklıma. Maçı veren bir kanalı bulabilme heyecanıyla frekanslar arasında gezinirken, tribün efekti ve o bilindik aksanı birarada duyduğum vakit radyo da ben de rahatlıyor olurduk. Nostaljiyi, daha az imkanla daha bol huzuru hatırladım, gülümsedim. Sonra yine radyo başında hayal ettim kendimi. Spiker ''Fi-Yapı İnönü Stadı'ndan mutlu akşamlar.'' diyecekti. Uyandım, içim acıyordu çünkü.

Milli maç arası Beşiktaş'a acıktırmıştı, ancak bu maçın rahat geçileceğini düşünenlerden değildim ben de. Beklediğim gibi de oldu maalesef. ''Ben demiştim'' tavırlarında değilim, yanlış anlaşılmasın. İnönü'de Manisaspor ile oynarken mağlubiyeti aklından geçiren adamın aklından şüphe edilir, en azından maç bitene dek.

Kadro her ne kadar beklediğim gibi ise de, içimde 4-3-3'ü bozmayıp ileri ucu Yusuf-Bobo-Nihat yapacağımıza dair bir umut vardı, olmadı. Peki çıkan kadro kötü müydü? Asla. Fakat Beşiktaş'ın mecburiyetten 4-4-2 veya modifiye edilmiş hallerine döndüğü maçlarda öne atılan Beşiktaş bugün çift forvetle sahada yaklaşımı da en az Şeref Bey Stadı'nın önüne gelen Fi-Yapı kadar eğreti bence. Zira bu hataya düşen spor yorumcularının, 4-3-3'ün total futbol akımı olarak 4-4-2'den çok daha ofansif bir sistem olduğunu bilmeleri lazım. Biz taraftarız, yorumcu olan onlar nitekim.

Aklımda hep Fenerbahçe derbisinde attığı golle kalacak olan Fink'i 11'de görmek, eski bir dostu birden karşımda görmüş kadar şaşkınlıkla karışık sevinç yarattı bende. En azından orta saha direnci bakımından birşey kaybetmeyecekti takım. Direnç tamamdı, peki ya yaratıcılık? (Ki direncin de tam olmadığı ilerleyen bölümde ortaya çıktı.

Elinizde Tabata gibi ''kazı-kazan'', Vedat Baba'nın tabiriyle et mi balık mı belli olmayan bir oyuncu varsa takımın organizasyonunu, o günkü performasını önceden kestirebilmek mümkün değil. Guti, Sergen, Alex gibi oyuncular sahada olduğunda duyulan güven ve özellikle de o futbolcunun belli bir standardı her maçta, hatta sahada olduğu her dakikada yakalayabileceği izlenimi Tabata için oluşmuyor ne yazık ki. Bugün kötüydü ve takım organize olamadı. Yarın çok iyi olur, o zaman takım da coşar. Tabata'nın Beşiktaş kalibresinin altında olduğunu ben an itibarı ile söylerken sizlerden ricam, Tabata'nın iyi oynadığı bir maç sonrası ''Hadi şimdi de konuşun'' tarzı yorumlarla karşılaşmamak...

Aynı istikrarsızlığı Hakan için de sorun olarak göstermek fevkalade mümkün. Bir kalecinin akılda kalan iki maçı arasında dağlar kadar fark varsa, göstereceği performans günlük ivmeye bağlıysa Beşiktaş gibi bir takım için pek tekin bir alternatif değildir kanımca. Tabi ki tüm bunlar kapasitesinin en üst sınırlarını zorlayan insanları yuhlama hakkını bize vermez.

Avrupalıların ''fundamental'' dedikleri bu "temel bilgi kavramı" eksikliği, konu Necip ise eğer, gencecik yaşta kocaman bir artıya dönüşebiliyor. Her ne kadar yenilen ilk golün başlangıcında attığı savruk pasla tabelada 0-1 yazmasının baş aktörü olsa da, özellikle Guti ve Quaresma'nın yokluğunda izlenesi işler yapan belki de tek adamdı diyebiliriz. Tabi bu izlenesiliğin altında Necip'in Beşiktaş ocağında yetişmiş olması da yatıyor kuşkusuz. Futbolu saha içinde yaşayarak hisseden herkesin, televizyon başında izleyen gözlerden daha farklı yorumlayabileceğine inanan ben, sahadaki futbolcular arası bir kıyaslama yaptığımda oyun bilgisiyle Necip'i bu listenin başına yazarım. Kendisinin iki katı ebatında gözüken Makakula'dan fiziksel mücadele ile çaldığı top Necip'in futbol zekası ve pozisyon bilgisinin bir göstergesi olmalı.

Beşiktaş'ın puan kayıplarının en başta gelen sebebi bana göre hala deneme ve birşeyleri oturtma sürecinde bir takım olması. Bugün Fink'li ortasahanın Schuster'in Fink'e soğuk bakmakla haklı çıktığını gösterdiği bir gündü, keza gol bölgesinde özellikle son vuruşlardaki sıkıntılar, Schuster'in işaret ettiği golcü tipini hatırlattı bana. Eğer yol uzunsa, menzil uzağa konulmuşsa uçanı kaçanı vuracak bir keskin nişancı bu takımın birinci dereceden çok bilinenli denklemine çözüm olacaktır derim. Tüm bunların ışığında takımın geleceği ve sahada ortaya koyduklarından, İnönü'de 3 yediğimiz bir akşamda umutlu olmak, hafif delilik gözükse de sevindirici benim açımdan.

Buna mukabil, takımın aşması gereken sıkıntılar da azımsanmayacak kadar fazla aslında. Hatırlayanlar olacaktır, Büyükşehir Belediye maçında ortaya çıkan handikabın o maçta kaybedilen üç puandan çok, Beşiktaş'ın karşısına bundan sonra çıkacak Anadolu takımları için bir şifre, bir formül teşkil ettiğini söylemiştik. Ne yazık ki yanılmadığımızı gördük bu gece. Ancak inancım sezon sonunda da yanılmayacağımız yönünde. Bunun için zamana ve hocanın ligimizi ve koşulları öğrenmesi için sabra ihtiyaç var.

Bu sabrın, bilindik Beşiktaş taraftarının ufaktan geri dönüş sinyalleri verdiğini görmek mağlubiyetin üzüntüsünden daha büyük bir sevince doğru yöneltti beni. Hakan'a gelen ıslıkların kapalı tarafından bastırılması, gol yediğimizde dahi kimsenin istifini bozmadan bağırması, taraftarın özlediği şeyin mücadele olduğunu hatırlaması, maç sonu takımla kucaklaşması bizim için gelenektir. 3-1 geride söylenen Gündoğdu -belki taktın be hocam diyeceksiniz ama- benim için efsanedir. Tek serzenişim, "Aldırma Kartal" biraz erken bir ümit kesme izlenimi uyandırdı sanki. 3-2'yi yakaladığımızda gelen "Kartal Gol Gol Gol" ise bir çeşit "Eyvah yanlış yapmışız" reaksiyonuydu.

Gecenin benim açımdan en önemli olayı, Manisa on kişi kaldığı an durum 3-1 ve dk. 81 iken, 5 arkadaşımdan dördünün -ki hiçbiri Beşiktaşlı değil, tekrar belirteyim- "Beşiktaş bu maçı alır" demeleriydi. Ben uzun zamandır, son on dakikasına berabere girdiğimiz maçta bile "Beşiktaş bu maçı alır." dedirten bir Beşiktaş görmemiştim, özlemi layıkıyla gidermeme yeten de buydu. Maçı almamız yine sürpriz olmazdı, ortaya son vuruş beceriksizliği girmese eğer. Son 5 dakikada 5 gollük pozisyon yakalayan bir takım, mücadelesi ve akıttığı terle övgüyü olmasa bile takdiri hakeder.

* Endişe: Yukarı ile makasın giderek açılması, tek cümleyle.
* Şok: 6 maçta 18 puan beklenen periyodun henüz ilk haftasında tökezlemek.

Bunların dışında Beşiktaş yine bildiğimiz gibi. Futbolu, mücadelesi, seyir zevki ve güvenilirliği ile bu ligi sürklase edecek kaliteye rahatlıkla sahip Beşiktaş. Sadece kısa vadede kredimiz kalmadı, bu da kimbilir, belki takımı olumlu etkileyecektir.

Son olarak isteğimiz, Schuster'in artık kırıntı diyebileceğimiz son inat zerreciklerini de bir kenara atıp İnönü'ye puan almak için çıkan (tabi ki böyle çıkacaklar, biliyorum) Anadolu takımlarına da, kendisini esnerken çeken muhabirlere yaptığını yapması olacaktır, Beşiktaş'a oynattığı futbolla.

Endoplazmik retikulumlarımıza kadar işlemişsin Beşiktaş. Bir daha bu kadar uzun etme arayı, olur mu? Bu kadar özleme rağmen şayet Lig Tv doğru rakam vermiş ya da ben yanlış anlamamışsam 15 bin civarı taraftar az değil mi diyeceksiniz... Kimbilir, belki de taraftar dokundurmuştur inceden. ''Biz Şeref Bey beklerken siz Fi-Yapı dediniz. Biraz da siz bekleyin, çok da fi-fi."

Sabahı sabah ettik, Ayhan abinin dediği üzere Beşiktaş'ın yenildiği gece hastalanmış çocuk gibi başında bekleyerek. Ama artık bir an önce vites yükseltsek iyi olacak. Sami Yen görünene kadar tam gaz ileri, orada da bi Yıldız-Taksim hattı çekeriz artık.

Herşeyi geçtim de, mabette 3 yediğimiz gecenin sabahında, şampiyon olacağımızı bilerek kafayı yastığa koymak gibisi yok.

Sanırım hepimizin biraz Büyük Mustafa olmaya ihtiyacı var bu aralar.

-Hocam Beşiktaş'ın şampiyonluk şansı nedir?
-Oluruz (eşliğinde en sıcak gülümseme)

Eyvallah...


15 Ekim 2010 Cuma

STSL 8.Hafta : Bir Sıkıntı Var

Spor Toto Süper Lig'in 8. Haftasında Manisaspor ile karşılaşıyoruz. Beşiktaş'ımızın sakatlıklardan başını kaldıramaması maç öncesi en önemli sıkıntı. Son zamanlarda ligimizde Anadolu takımlarımızın büyük takımlara karşı sürprizlerle dolu maçları göze çarpmakta. 



Özellikle geçen sezon Ziraat Türkiye Kupasında umulmadık sonuçları Manisaspor'a karşı almış bulunuyoruz. Hatta biraz daha geriye gidecek olursak, karşılıklı olarak ilginç sonuçlar alıyoruz. 2007/08 sezonunu hatırlayıp balık hafızaları tazeleyecek olursak, Beşiktaş'ımız en farklı galibiyetini o sezonun ikinci yarı son maçında 5-1'lik galibiyet ile almış bulunuyor. Bu maçın detayına yönelik olarak söylenebilecek tek söz vardı çok sesli tribünümüzde... "Sabote Etmeyin, Uefa'ya Gidelim"...  Ve nedense her Manisaspor maçında da sanki dün gibi kulağımda çınlar bu tezahürat...

Eee tabii kolay değildi... Sezona büyük umutlar ile başlayıp, umulmadık mağlubiyetler ile şampiyonluk yarışından kopmuş bulunmak. Üzerine bir de en yakın rakibimiz ile Uefa Kupalarına katılabilme yarışına girince doğal olarak yönetimden şikayetçi çoğunluğun sesinin üzerine, Beşiktaş'ın o zamanki menfaatlerini göz önüne alıp bu tezahüratı doğurmuştu kapalı... Hafızam beni yamultmuyorsa yarıştığımız rakibimizde Sivasspor'du... Beşiktaş'ın farklı kazanması gereken bir maçı, sanki oynanmasa bile 5-1 bitecekmiş gibi senaryovari bir mücadele olmuştu... Hatta İbrahim Kaş'ın bile gol attığının canlı şahidiyim diyebilirim. Hatta 2 gol ile...

O sezondan sonra Beşiktaş'ımız şampiyon oldu... Uefa'da umulmadık bir mağlubiyet ile yüzleşilsede yurt sınırları içerisinde kendi borusunu öttürdü... 

Hafızaları tazeledikten sonra Beşiktaş'ımızın o günden bugüne değişen teknik/taktik mantalitesinin yanı sıra kadroya katılan futbolcular ve yönetim açısından değiştirilen isimleri ile epey yol katettiğini görüyoruz. Fakat başta da değindiğimiz gibi son zamandaki sakatlıklardan dolayı kadro açısından zaten kulvarların verdiği rotasyona "mecburi" bir hava katıcak yeni bir rotasyon mevcut...

Özellikle Avrupa Ligi öncesi bir yenisi daha eklenmemesi için dua etmek gerekirse, o da yapılmalı... Porto ile malumunuz Perşembe akşamı grup liderliği için karşılaşacağız... 

Maçın neticesi oynanmadan bilinmiyor elbet, sakatlıklardan dolayı heran sürpriz yaşanabilir diye düşünüyorum. Fakat isim Beşiktaş ise hangi favori maçında olursa olsun, Sergen gibi " Futbol eskisi gibi değil, bir sıkıntı var " diye düşüncelere bürünür dururum. 

Bu kadar laf ebeliğinden sonra; Fiyapı İnönü Stadı'nda ilk maçına çıkacak olan Beşiktaş'ımıza başarılar diler, basında çıkan olumsuz haberlere değinmeden geçerim. Keza o başka yazıda gündeme gelecek...

Saldır Beşiktaş'ım !

9 Ekim 2010 Cumartesi

Milli Zaaf: Yanlış Rehber



Milli maç aralarını her futbol ile ilgilenenler gibi, özellikle takım tutma odağında olan her kişi kadar sevmem. Mecburen katlanılan bu durumda eleştiriler had safhada oluyor. Özellikle Türkiye gibi bir milli takıma sahipseniz bazen bardak taşmıyor değil...

Hiddink hakkında pek olumlu düşüncelere sahip değildim geldiğinden bu yana.. Ha kötü gidiyor diyede fikrimi belirtiyor değilim. Sadece bu ülkenin evlatlarına bu işin lâyık olduğu görüşündeyim. Ama derseniz ki uzay çağı o zaman Astronot'u ithal edeceğimize Gökmen'lerimizi keşfedelim derim. Çünkü kaybedecek neyimiz var diye düşünmeli bu ülke... Kazanılmış 3.'lüklerden başka birşey yok iken elde, ana kucağından mı başlanır bilinmez ama bir şekilde ipin ucundan tutmak gerek.. Özellikle futbol ile yatıp kalkan milyon kitleyken...Tekelcilikten çıkmadıkça düzelmeyecek bir durum tabii bu. Bende farkında olarak ulusal bir yapılanmanın hayali ile yaşamaya devam ediyorum...

Hiddink'in kadrosu mudur diye düşündüm kadrolar belli olduğunda.. Almanya maçı için değil, aday kadro açıklandığında beklediğim bir durum netlik kazanmış oldu.. Kahve köşelerinden gelen düşüncelere kapılmadım değil.. "Oğuz yapıyor kadroyu, Hiddink değil" vari düşüncelere sahip oldum. Elbette ki haklılık payı var. Hiddink'in etliye sütlüye karışmıyor edası, naylon teknik direktör olarak zihnime kazınmaya başladı... Kariyerine saygı duymakla beraber, gelecek açısından pek fazla ümit vaad etmiyor bu oyun tarzı, bu anlayış...

Kendisi bu ülkenin futbol gelişimi açısından bir değer olmakla beraber, yüreğini ortaya koymayışı muamma kalıyor. İşin içine para giren her vaka'da bir taraf sıyrılmaya meyillidir. Hiddink'te bu yeteneği seziyorum sanki. Sadece ön yargı olarakta kalabilir bir köşede.. Fakat milli takıma seçilen oyuncu yapıları ve takımlarındaki performanslara bakarak "çıksın oynasınlar" gibisinden bir oluşum içinde olması can sıkan mesele.. Önceden bu futbolcular iyiydi.. Artık miyadı dolan bazı isimlerde yok değil.. O eskisi gibi ısıran futboldan uzak, kopartmaya yakın futbol anlayışından bi haberler... Terim dönemi olsun, Güneş dönemi olsun en büyük milad'dır milli takım için... Sorgulanamaz bir durumda denebilir. Terim'in sadece son zamanlarda ki kadro seçimlerinden kaynaklanan başarısızlığını eklersek, futbolcularında performası ile ilişkilendirilebilir...

Hali hazırda bu takımda oynayacak Bursaspor'dan bir İbrahim varken, özellikle Ömer Erdoğan ile gayet uyumluyken Servet ne iş yapar diye düşünüyor insan. Hani neye göre seçilir kadro onu da sorgulatıyor bu mantık... Yada İbrahim Toraman'ı Almanya'dan daha zayıf bir maçda oynatıyorsan Beşiktaş'tan bir Atınç Nukan neden yok diye sorası geliyor bünyenin... Yaş itibari ile tabii ki girememesi normal diye düşünülebilir. Fakat burada şairin demek istediğini arif olan anlıyor.

Sabri gibi bir yeteneğin? sol kanat oyuncusu olarak görev alması kadar muhteşem bir olay henüz gerçekleşmedi milenyumda... Özellikle o bölgede görev alabilecek Beşiktaş futbolcuları örneğin; İbrahim Üzülmez, İsmail Köybaşı gibi gençler varken Sabri gerçekten doğru bir seçimdi... Hele Almanya gibi rakı sofrasından kalkan halı saha topçularının olduğu bir takıma karşı... Hiddink ve ekibi farkında mıdır bilinmez ama Almanya'yı ben bildim bileli oyununun sonunda hep sobe yapan takım olmuştur panzerler...

Velhasıl Mehmet Aurelio'nun Beşiktaş'a gelişi benim için yadırganan bir durumdur. Fakat çakma Türk oluşlarından Mert Nobre ile beraber müsamaha tanınan isimlerdir kendileri... Her ne kadar Bernd Schuster kadroda yer versede kendilerine, Nobre'nin statü olarak avantajlı olduğu bir gerçektir... Yoksa o bölgede zamanında Feyyaz fırtınaları esmiştir... Mehmet Aurelio'nun bu bakımdan yaş itibari ilede takım futbolunda iş yapabileceğini veya alternatif olarak 3 kulvarda giden bir takımda barınabileceğinide belirtmeli.. Zira kendisi artık Milli Takım için fazlalıktan ibaret geliyor bana.. Özellikle Necip Uysal gibi genç yetenekleri kazandırmak varken, kadro seçimlerinde ki mantık hatasını varın siz düşünün. Futbolcu öbeklerinde verdiğim örnekler sadece Beşiktaş'tan değil elbette... Fenerbahçe ve Galatasaray'ın performansı yüksek ve bu giysiyi taşıyabilecek kapasitede futbolcuları var... Hem hangi mantık izin verebilir 3 büyüklerin milli kadro oluşturmasına.. Hep karşı fikirde oldum bu mantığa... Bu ülkede Anadolu var. Anadolu futbolu var. Farkında olmayan kendi evlatlarımızda pek şans tanımadı evet. Fakat artık gerçekleri görmek geliyor işin başında...

Bank Asya gibi zorlu bir ligde 16 yahut 18 gol atan yetenekleri görmezden gelmek caiz olmamalı... İşin ilginci tabii bu olayları bizler bile görmüyoruz. Görmüyoruz ki büyük takımlarımız bu yüzden karşılaştıklarında zorlanıyorlar. Yahut mağlup olabiliyorlar...

Son paragrafta olayı koparmak gibi zorluklarla boğuşuyorum bu aralar... Biraz sert yapmış olabiliriz fakat bu gereken yerde gerekenin yapılmamasından kaynaklanabilir. Hiddink'e tekrar dönecek olursak, şayet basında attığı nutuklar ile tezat bir takım oluşturması yahut oluşturmaya mecbur bırakılması, İstanbul'a gelen turiste İngilizce bilmeyen bir rehberi olmasından kaynaklanıyor olabilme ihtimalini sever, saygılarımı sunarım...