17 Ekim 2010 Pazar

Oluruz Oluruz

Özlemiştim...

Birlikte dışarıda bulunduğum dördü Galatasaray, biri Fenerbahçeli arkadaş grubumu ''Hadi lan maç başlıyor, bize gidelim.'' diyerek sürükledim kendimle. Maça on kala evdeydik şükürler olsun, maça beş kala da formam üzerimdeydi.

Çocukluğumda santraya on dakika kala radyoyla verdiğim savaş geldi aklıma. Maçı veren bir kanalı bulabilme heyecanıyla frekanslar arasında gezinirken, tribün efekti ve o bilindik aksanı birarada duyduğum vakit radyo da ben de rahatlıyor olurduk. Nostaljiyi, daha az imkanla daha bol huzuru hatırladım, gülümsedim. Sonra yine radyo başında hayal ettim kendimi. Spiker ''Fi-Yapı İnönü Stadı'ndan mutlu akşamlar.'' diyecekti. Uyandım, içim acıyordu çünkü.

Milli maç arası Beşiktaş'a acıktırmıştı, ancak bu maçın rahat geçileceğini düşünenlerden değildim ben de. Beklediğim gibi de oldu maalesef. ''Ben demiştim'' tavırlarında değilim, yanlış anlaşılmasın. İnönü'de Manisaspor ile oynarken mağlubiyeti aklından geçiren adamın aklından şüphe edilir, en azından maç bitene dek.

Kadro her ne kadar beklediğim gibi ise de, içimde 4-3-3'ü bozmayıp ileri ucu Yusuf-Bobo-Nihat yapacağımıza dair bir umut vardı, olmadı. Peki çıkan kadro kötü müydü? Asla. Fakat Beşiktaş'ın mecburiyetten 4-4-2 veya modifiye edilmiş hallerine döndüğü maçlarda öne atılan Beşiktaş bugün çift forvetle sahada yaklaşımı da en az Şeref Bey Stadı'nın önüne gelen Fi-Yapı kadar eğreti bence. Zira bu hataya düşen spor yorumcularının, 4-3-3'ün total futbol akımı olarak 4-4-2'den çok daha ofansif bir sistem olduğunu bilmeleri lazım. Biz taraftarız, yorumcu olan onlar nitekim.

Aklımda hep Fenerbahçe derbisinde attığı golle kalacak olan Fink'i 11'de görmek, eski bir dostu birden karşımda görmüş kadar şaşkınlıkla karışık sevinç yarattı bende. En azından orta saha direnci bakımından birşey kaybetmeyecekti takım. Direnç tamamdı, peki ya yaratıcılık? (Ki direncin de tam olmadığı ilerleyen bölümde ortaya çıktı.

Elinizde Tabata gibi ''kazı-kazan'', Vedat Baba'nın tabiriyle et mi balık mı belli olmayan bir oyuncu varsa takımın organizasyonunu, o günkü performasını önceden kestirebilmek mümkün değil. Guti, Sergen, Alex gibi oyuncular sahada olduğunda duyulan güven ve özellikle de o futbolcunun belli bir standardı her maçta, hatta sahada olduğu her dakikada yakalayabileceği izlenimi Tabata için oluşmuyor ne yazık ki. Bugün kötüydü ve takım organize olamadı. Yarın çok iyi olur, o zaman takım da coşar. Tabata'nın Beşiktaş kalibresinin altında olduğunu ben an itibarı ile söylerken sizlerden ricam, Tabata'nın iyi oynadığı bir maç sonrası ''Hadi şimdi de konuşun'' tarzı yorumlarla karşılaşmamak...

Aynı istikrarsızlığı Hakan için de sorun olarak göstermek fevkalade mümkün. Bir kalecinin akılda kalan iki maçı arasında dağlar kadar fark varsa, göstereceği performans günlük ivmeye bağlıysa Beşiktaş gibi bir takım için pek tekin bir alternatif değildir kanımca. Tabi ki tüm bunlar kapasitesinin en üst sınırlarını zorlayan insanları yuhlama hakkını bize vermez.

Avrupalıların ''fundamental'' dedikleri bu "temel bilgi kavramı" eksikliği, konu Necip ise eğer, gencecik yaşta kocaman bir artıya dönüşebiliyor. Her ne kadar yenilen ilk golün başlangıcında attığı savruk pasla tabelada 0-1 yazmasının baş aktörü olsa da, özellikle Guti ve Quaresma'nın yokluğunda izlenesi işler yapan belki de tek adamdı diyebiliriz. Tabi bu izlenesiliğin altında Necip'in Beşiktaş ocağında yetişmiş olması da yatıyor kuşkusuz. Futbolu saha içinde yaşayarak hisseden herkesin, televizyon başında izleyen gözlerden daha farklı yorumlayabileceğine inanan ben, sahadaki futbolcular arası bir kıyaslama yaptığımda oyun bilgisiyle Necip'i bu listenin başına yazarım. Kendisinin iki katı ebatında gözüken Makakula'dan fiziksel mücadele ile çaldığı top Necip'in futbol zekası ve pozisyon bilgisinin bir göstergesi olmalı.

Beşiktaş'ın puan kayıplarının en başta gelen sebebi bana göre hala deneme ve birşeyleri oturtma sürecinde bir takım olması. Bugün Fink'li ortasahanın Schuster'in Fink'e soğuk bakmakla haklı çıktığını gösterdiği bir gündü, keza gol bölgesinde özellikle son vuruşlardaki sıkıntılar, Schuster'in işaret ettiği golcü tipini hatırlattı bana. Eğer yol uzunsa, menzil uzağa konulmuşsa uçanı kaçanı vuracak bir keskin nişancı bu takımın birinci dereceden çok bilinenli denklemine çözüm olacaktır derim. Tüm bunların ışığında takımın geleceği ve sahada ortaya koyduklarından, İnönü'de 3 yediğimiz bir akşamda umutlu olmak, hafif delilik gözükse de sevindirici benim açımdan.

Buna mukabil, takımın aşması gereken sıkıntılar da azımsanmayacak kadar fazla aslında. Hatırlayanlar olacaktır, Büyükşehir Belediye maçında ortaya çıkan handikabın o maçta kaybedilen üç puandan çok, Beşiktaş'ın karşısına bundan sonra çıkacak Anadolu takımları için bir şifre, bir formül teşkil ettiğini söylemiştik. Ne yazık ki yanılmadığımızı gördük bu gece. Ancak inancım sezon sonunda da yanılmayacağımız yönünde. Bunun için zamana ve hocanın ligimizi ve koşulları öğrenmesi için sabra ihtiyaç var.

Bu sabrın, bilindik Beşiktaş taraftarının ufaktan geri dönüş sinyalleri verdiğini görmek mağlubiyetin üzüntüsünden daha büyük bir sevince doğru yöneltti beni. Hakan'a gelen ıslıkların kapalı tarafından bastırılması, gol yediğimizde dahi kimsenin istifini bozmadan bağırması, taraftarın özlediği şeyin mücadele olduğunu hatırlaması, maç sonu takımla kucaklaşması bizim için gelenektir. 3-1 geride söylenen Gündoğdu -belki taktın be hocam diyeceksiniz ama- benim için efsanedir. Tek serzenişim, "Aldırma Kartal" biraz erken bir ümit kesme izlenimi uyandırdı sanki. 3-2'yi yakaladığımızda gelen "Kartal Gol Gol Gol" ise bir çeşit "Eyvah yanlış yapmışız" reaksiyonuydu.

Gecenin benim açımdan en önemli olayı, Manisa on kişi kaldığı an durum 3-1 ve dk. 81 iken, 5 arkadaşımdan dördünün -ki hiçbiri Beşiktaşlı değil, tekrar belirteyim- "Beşiktaş bu maçı alır" demeleriydi. Ben uzun zamandır, son on dakikasına berabere girdiğimiz maçta bile "Beşiktaş bu maçı alır." dedirten bir Beşiktaş görmemiştim, özlemi layıkıyla gidermeme yeten de buydu. Maçı almamız yine sürpriz olmazdı, ortaya son vuruş beceriksizliği girmese eğer. Son 5 dakikada 5 gollük pozisyon yakalayan bir takım, mücadelesi ve akıttığı terle övgüyü olmasa bile takdiri hakeder.

* Endişe: Yukarı ile makasın giderek açılması, tek cümleyle.
* Şok: 6 maçta 18 puan beklenen periyodun henüz ilk haftasında tökezlemek.

Bunların dışında Beşiktaş yine bildiğimiz gibi. Futbolu, mücadelesi, seyir zevki ve güvenilirliği ile bu ligi sürklase edecek kaliteye rahatlıkla sahip Beşiktaş. Sadece kısa vadede kredimiz kalmadı, bu da kimbilir, belki takımı olumlu etkileyecektir.

Son olarak isteğimiz, Schuster'in artık kırıntı diyebileceğimiz son inat zerreciklerini de bir kenara atıp İnönü'ye puan almak için çıkan (tabi ki böyle çıkacaklar, biliyorum) Anadolu takımlarına da, kendisini esnerken çeken muhabirlere yaptığını yapması olacaktır, Beşiktaş'a oynattığı futbolla.

Endoplazmik retikulumlarımıza kadar işlemişsin Beşiktaş. Bir daha bu kadar uzun etme arayı, olur mu? Bu kadar özleme rağmen şayet Lig Tv doğru rakam vermiş ya da ben yanlış anlamamışsam 15 bin civarı taraftar az değil mi diyeceksiniz... Kimbilir, belki de taraftar dokundurmuştur inceden. ''Biz Şeref Bey beklerken siz Fi-Yapı dediniz. Biraz da siz bekleyin, çok da fi-fi."

Sabahı sabah ettik, Ayhan abinin dediği üzere Beşiktaş'ın yenildiği gece hastalanmış çocuk gibi başında bekleyerek. Ama artık bir an önce vites yükseltsek iyi olacak. Sami Yen görünene kadar tam gaz ileri, orada da bi Yıldız-Taksim hattı çekeriz artık.

Herşeyi geçtim de, mabette 3 yediğimiz gecenin sabahında, şampiyon olacağımızı bilerek kafayı yastığa koymak gibisi yok.

Sanırım hepimizin biraz Büyük Mustafa olmaya ihtiyacı var bu aralar.

-Hocam Beşiktaş'ın şampiyonluk şansı nedir?
-Oluruz (eşliğinde en sıcak gülümseme)

Eyvallah...


Hiç yorum yok: