17 Nisan 2010 Cumartesi

Bir Futbol Severin Sarvan'ın Basın Toplantısından Gözlemleri

Oğuz Sarvan bundan 2 gün önce bir basın toplantısı düzenledi.

Söylediği bir çok şey ile ilgili pek bir yorum yapmayacağım. Sarvan'dan aklıbaşında bir hareket veya söz beklemeyi bırakalı yıllar oldu benim için. Ama söylediği iki "hakem savunma" klişesi benim çok dikkatimi çekti.

"Türkiye'de hakemleri etkileyen yöneticiler var".
"Dünyanın her yerinde hakemler hata yapıyorlar".

Bu cümleleri yıllardır kurarlar, bir tek kişi de cevap vermez. Gariptir.

Futbolun yazılı yazısı bir sürü kuralı vardır. Ama hakemlik ile ilgili her bir kural tek bir ana gerçeğe dayanır.
"Görmek ve bu doğrultuda karar vermek".
Yani "elin topa gitmesi el ile oynamadır" der kural. Ama özellikle "elin topa gittiğini görürseniz, el ile oynama verin" demez. Çünkü zaten her bir kuralı "görerek" uygulayacağınızı kabul eder.
"Görmek" algısı somuttur.
Yani ya görürsünüz, ya görmezsiniz.
Olmayanı görmeye "serap" "halüsünasyon" denir. Bunlar da sağlıklı haller değildir.
Bir topun çizgiyi geçtiğinizi görürsünüz. Görmezsiniz.
Arası yoktur.
"Geçti gibi de, geçmedi gibi de" yoktur.
Bir ofsaytı görürsünüz, görmezsiniz.
Arası yoktur.
Hiç bir etki de gördüğünüz bu futbol gerçeğini görünmez yapmaz, yapamaz.

Şimdi akla şu soru gelir "nasıl bir etki, görülen bir şeyi görmemeyi veya görülmeyen bir şeyi görmeyi" mümkün kılar?
Yani siz bir hakemsiniz.
Temel göreviniz "gördüğünüzü çalmak".
Ama size gördüğünü çalmıyorsunuz. Hatta görmediğinizi çalıyorsunuz.
Bu sağlıklı bir hal midir?
Hadi denir ki "çocuğun elimizde, şunu yaparsan ölür", böyle bir etkiyi anlarım ama bir yönetici açıklamasından böyle bir etkilenmeyi yaşayan hakemlerin kalitesi, ruh sağlığı benim sorunum mu?
"x tepki verir" diye görmediğini çalan, gördüğünü yutan bir adamın haysiyeti, namusu, onuru söz konusu olmaz mı?

Diğer bir soru.
Lig bir yarış ise.
Rakipler var ise.
X takımın yöneticisi konuşarak hakemi etkileyebiliyor ve olmayanı olmuş yapıyor ise, onun rakibi olan Y'nin yöneticisinin de konuşmasından normal ne olabilir?

Oğuz Sarvan aklınca yöneticilere sallamaya çalışarak kendi hakemlerini ele vermiştir.
"Hakemlerimizi etkileyen yöneticiler var" demek, etkilenip bilerek yanlış düdük çalan hakemlerimiz var demektir.

"Dünyanın her yerinde hakem hataları olur".
Ama hakem hataları bir takım lehine veya aleyhine sürekli olursa ortalık karışır.
Dünyanın en pahalı ligleri İspanya ve İtalya'da "Barca kollanıyor" "Milan kollanıyor" diye ortalık karışmadı mı?
Lütfen artık şu yalan yanlış savunmanız ile gelmeyin, komik oluyorsunuz.
"Dünyanın her yerinde hakem hataları olur"
"Dünyanın her yerinde hakem vardır".
"Dünyanın her yerindeki hakemler Dünya ve Avrupa Kupasında maç yönetebilir".
Sizin bir tek hakeminiz, onlarca yıldır bu organizasyonlarda "bir" tek maç yönetemediyse, adet olsun, gönül olsun diye osuruktan UEFA maçları hariç ciddi bir organizasyonda görevlendirilmediyse, pişkin pişkin basın açıklamaları yapacağınıza işinize bakın.
Anaokulu çocuğu gibi sözden etkilenmeyen hakemler yetiştirin.

16 Nisan 2010 Cuma

Baba Hakkı'yı Anıyoruz... Arıyoruz...

Bir sporcu düşünün kulübünde hem futbolcu hem teknik direktör hem de başkan olarak görev yapıyor... Hem de isminin hakkını veriyor... Önce insanlığı ve sonra Beşiktaş'lılığı ile gönlümüze taht kuran Hakkı Yeten'i vefatının 21. yılında saygı sevgi ve özlem ile anıyoruz...

Yukarıda değindiğimiz gibi hem insanlığı hem de Beşiktaş'lılığı ile ilelebet gurur duyacağımız bir isim Hakkı Baba... Bizler o günleri yaşamamış olsakta, büyüklerimizden ve ilgili kaynaklardan okuduğumuz kadarı ile hayran olduk Hakkı Yeten'e... Ki, o günleri yaşasaydık eğer... diye düşünüyor insan. "İyi insan olmadan, İyi Beşiktaş'lı olunmaz"ın birebir örneğidir Baba Hakkı... Sadece kendi camiasının saygı duyduğu değil rakiplerinin de saygı duyduğu bir isim...

Baba Hakkı'dan bazı anılar şöyle; 

"Baba Hakkı maç boyunca bir türlü gol atamadıklarını görürse orta alandan kaptığı bir topla iki kolunda sepet gibi iki oyuncu taşıyarak onsekize dalar, bütün savunmayı üstüne çekip boş kalan bir arkadaşına gollük bir pas verirdi. Kollarıyla arkasında tuttuğu oyuncular kolay kolay önüne dolanamazlardı. Futbolu kafasıyla oynayanlar onun kollarına yakalanmamaya özen gösterirlerdi. Şeref Stadı'ndaki Bir Galatasaray-Beşiktaş maçında Eşfak Aykaç yan haf oynuyor, Baba Hakkı'yı denetliyordu. Baba Hakkı orta alanda bacaklarını açmış, topu iki ayağının ortasına almış, sırtı Galatasaray kalesine dönük, kollar hazır bekliyordu. Savunma oyuncusu ne yandan gelirse, onu koluna kıstırıp öbür yana dönecek. "

"Faul ile gol atan ve kaleciyi kıvrandıran arkadaşına "Böyle gol olmaz olsun be!" diye bağırmış, Cihat'ın "Yeter artık Hakkı abi!" şeklindeki feryadı üzerine 5. golü atmayan, hakeme "Kemal Bey top elime değdi, attığım gol şaibelidir. İptal etmeniz doğru olur" diyebilmişti."

"Yıl 1946... Fenerbahçe-Beşiktaş maçında hakemin dışarı attığı Beşiktaşlı genç oyuncu, Baba Hakkı'ya gidip; "Hakem beni attı çıkayım mı kaptan?" diye sormuş ve Baba Hakkı'nın da "çık" diye işaret etmesinden sonra sahadan ayrılmış."

İlgili diğer anılara buradan ulaşabilirsiniz.

Mekanın Cennet Olsun Büyük İnsan...

14 Nisan 2010 Çarşamba

Fair Play Ligi Saçmalığı

Bu yazı Beşiktaş, bahsi geçen ligin zirvesindeyken yazılmış bir yazıdır.
Yani "biz bu işte birinciyiz, aman görmezden gelelim" değil, tamamen konu hakkındaki görüşlerimi yansıtma amaçlıdır.

Önce Fair Play nedir, bunu bir belirlemek lazım.
Fair Play, genel olarak anlatıldığı gibi sadece "centilmenlik" demek değildir.
Kelime anlamı ile Fair Play "adil oyun" demektir. "Güzel oyun" demek değil.
Yani o oyunu oynayan herkese ayrım gözetmeden, eşit davranmaktır temeli.
Daha yaygın olarak "sporun ruhuna ve kurallarına uygun" davranmak olarak da algılanır.
Bu anlamda "fair play" ruhuna en aykırı davranışlar ırkçılık ve rakibi-hakemi kandırmaya yönelik davranışlardır.

Şimdi Lideri olduğumuz Fair Play Ligine ve puanlamasına geliyorum.

Herhangi bir ligde mücadele eden herhangi bir takım, o ligdeki tüm takımlara eşit yaklaşılması, diğer tüm takımlar ile eşit haklara sahip olma beklentisi ile o lige katılır.
Bir Fair Play'den bahsediliyor ise, o ortamda "amca, kardeş, yiğen" gibi birleşmelerin olmaması gerekir. Takımların birbirlerine eşit uzaklık ve yakınlıkta olması; buna karşı önlemlerin alınması Fair Play'in esasıdır. Müsabakalarına katıldığınız ligin 2-3 takımının size karşı birleşmesine müsade edilmesi hangi Fair Play anlayışı ile ilişkilendirilebilir? Hepimiz her hafta farklı liglerde yüzlerce takımın maçlarını izliyoruz. Ben Güney Kore'deki Dünya Kupası hariç (ki orada da Güney Koreli taraftarlar her takıma eşit mesafedeydi, bir takım lehine birleşip farklı bir takıma aleyhine düşmanlık gösterileri asla yapmadılar) hiç bir lig ve organizasyonda iki veya daha fazla takımın birleşip de bir takım aleyhine çalıştığını görmedim.
Bu tarz bir "yakınlaşmanın" içindeki takım bu "Fair Play Ligi'nin 3. sü durumunda".

Bu sezon Ligimizde şahit olduğumuz tek ırkçı eylemin tarafı olan takımımız, Fair Play Ligi'nin 3. sü durumunda. (ki başlı başına bu bile bu Lig için bir utanç göstergesidir).

Mevcut "Fair Play Ligi"nde her Sarı ve Kırmızı Kart eşit görülüyor.
Yani sizin hakeme sinirlenip ağzınızdan kaçırdığınız iki kelime sonrası gördüğünüz kırmızı kart ile, rakibinizin bileğine bilerek, onun futbol hayatını bitirme pahasına attığınız tekme aynı puanı alıyor. Yani bu Fair Play Ligi'ne göre siz barajı biraz erken terkedip, veya hakemin düdüğünü duymayıp topa vurursanız da aynı şey; ceza sahası içinde onlarca meslektaşınızın emeğini, yüzbinlerce taraftarın sevincini çalmak için kendinizi atarsanız da aynı şey.

Örneğin, stadta bir taraftarın atılmasının Fair Play ligince bir cezası yok.

Bize Fair Play Ligi diye yutturulmaya çalışılan şey aslında Federasyonun "hak mahrumiyeti" cezalarına katma değer getirmek ve yöneticilerin demeçlerini kontrol altına almak için uydurduğu, yarattığı bir saçmalık.

Bir futbolsever olarak içinde bulunduğum "Fair - adil" ligde bana karşı organizasyonlara karşı önlemler alınmasını beklemek bir futbolsever olarak en büyük hakkımdır.

12 Nisan 2010 Pazartesi

2000'e Doğru...


Gelen-giden, okuyan-okumayan, uzun soluklu olsun istediğimiz blogumuza destekleriniz için herkese teşekkürlerimizi sunarız...

Altın Klavye Blog Ödülleri

İnternette dolaşırken rastladığım blogların birisinde görmüştüm bu yarışmayı. Nedir? Ne Değildir? derken girdim açıklamaları okudum ve blogumuz için ön başvuruyu yaptım. Sağolsunlar spor kategorilerinde bize de yer verdiler. altınklavye blog ödülleri hakkındaki detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Üşengeç okuyucularımıza karşıda kısa bir açıklama yapalım;

Altın Klavye Blog Ödülleri, blogcuların düzenlediği blog organizasyonu olması yönüyle tüm diğer organizasyonlardan farklıdır. Para kazanma amaçlı olmayıp, en büyük amacı blogkürenin gelişimine katkı sağlamaktır.


Yani tamamen sponsor firmalar ki bunlar, reklam veren firmalar, tarafından düzenlenen ödül organizasyonlarına karşı yapılmış bir yarışma... İlk tur oylamaları bugün başladı. 30 Nisan'da son bulacak. İkinci tur oylamaları ise 1-7 Mayıs tarihleri arasında yapılacak. Ödül veya ödüller neler şuan altınklavye'de bir bilgi yok. Sanırım ödül olmayacak açıklamalara bakılırsa... Ki bir blogger için en uygun olan ödülde böyle organizasyonlar sayesinde blogunun daha geniş kitleye yayılmasıdır. İkinci tur oylamaya katılabilmek ve blogumuzu diğer internet kullanıcılarına tanıtabilmek için siz değerli okuyucularımızın desteğine ihtiyacımız var. Bize oy vermek için buraya tıklayarak besiktasiruh.blogspot.com isimli alanın yanındaki kutucuğu işaretleyip "Vote!" demeniz yeterli. Şimdiden destekleriniz için teşekkür ederiz.

11 Nisan 2010 Pazar

Bizden Bu Kadar #Maç Sonu

Kalecilerin devleştiği bir derbi izledik dün akşam. Rüştü, Onur ve Hakan'ın devleştiği gece de 0-0 beraberlik, Beşiktaş açısından şampiyonluğun kaybedildiği bir maç olarak akıllarda kalacak... Düşünceler bu yönde otoriteler tarafından...Doğru da...Artık bu saatten sonra Beşiktaş'ımızın koşturacağı tek hedef Şampiyonlar Ligi'ne katılmaktan öte gidemeyecek... Bunun içinde kalan maçları kazanmaktan başka çare yok.

Ankaragücü karşılaşmasına nazaran atak futbol sergileyen takımımızda ki tek eksiklik, orta saha'dan rakip defans arkalarına atılamayan toplardı... Keza Trabzonspor defansının arasında ki boşlukları görmemek için kör olmak gerek. Bunu da başarmak için Fink ve Ernst tercihlerinde bir nebze başarı istensede asıl amaç gerçekleştirilemedi. Ernst, Alanzinho ile adım adıma oynayınca ofansif yönde pek katkı sağlayamadı. Bir nevi Mustafa Denizli, Alanzinho'yu durdurup defans arkasına top çıkartmak ile sonuca gidebileceğini düşündü... Gayet mantıklı gelen bu plan 70 küsür dakikaya kadar sürdürülmemeliydi... Yusuf-Serdar Özkan değişikliğinden öte gidilemeyecek bir kadro olduğun da ve Yusuf'un defans a rkalarına attığı pasları düşünüldüğünde geçmişte, neden sol tarafa hapsedildi? diye sormak lazım Mustafa Denizli'ye... Serdar Özkan'ın çabalarının da yetersiz kalması ile, karambol avcısı Nobre'nin(?) oyuna dahil olması golü buldurmadı Beşiktaş'ımıza... Tello'nun yokluğunu aradığımız maçtı dün akşam ki... Fener maçına iyileşmesi dileği ile..

Trabzonspor ise Ceyhun Gülselam ve sahada ki futbolcuların dizilişleri ile oynadığında ve Serkan'ın atakları ile etkili olmaya çalıştı.. Bence maçın kırılma anı tek değil. Birincisi Bobô'nun kaleci Onur ile karşı karşıya kaldığı pozisyonu değerlendirememesi... İkincisi ise Ceyhun'un serbest vuruşunda şansın yanımızda olup topun direkten dönmesi... Şans yönünden bakıldığında İbrahim Toraman'ın köşe vuruşundan gelen topa ayağının çarpıp santimetre farkı ile topun auta çıkması, Turkcell Süper Lig'de gel-gitlere tabii olan Beşiktaş'ımızın pozisyon olarak özeti... Ekrem Dağ ve nicesi benim gözümde dün akşam futbol adına güzellikleri sergileyen futbolculardı... Yani kimse tutupta futbolcu şöyle böyle dememeli. Eğer bir şey söylenecekse Mustafa Denizli'nin Yusuf Şimşek tercihi yahut Yusuf Şimşek'i sol kulvarda kullanma tercihine söylenmeli...

Maçın son dakikaları gayet çekişmeli geçti. İki tarafında atakları ile futbol açısından gözlerimiz doydu... Hakem Bünyamin Gezer'in büyük talihsizliğine kurban gittik de diyebiliriz. Egemen'in El Temasında penaltımızın verilmemesi Şampiyonluk yarışında tüm Beşiktaşlıların iyi niyetleri ile anacağı bir hakem olarak kalacak Bünyamin Gezer... Basında yazdığı kadarı ile yan hakemlerinde itirafta bulundukları söyleniyor. Ne kadar gerçekçi bilemiyorum fakat bir gerçek var ki, Beşiktaş Yedek Kulübesi o pozisyonu o açıdan görebiliyorsa yan hakemin gözü önünde gerçekleşen pozisyona bayrak kaldırmayıp, Bünyamin Gezer'i yakması akabinde Beşiktaş'ın netice olarak durumunu etkilemesi gerçekten MHK'nin ve Federasyonun araştırması gereken bir konu... Tabii Beşiktaş Yönetimi'nin olayın üzerine gittiği sürece gerçekleşecek olaylar dizisi bunlar. Gerçi sayın Mete Düren yaptığı açıklama ile "illa odalarını mı basmamız gerekiyor?" demesiyle olayın benim açımdan üzerine gidilebileceğinin bir işareti, lafta olsa...

Gönül isterdi ki varsayımlar üzerinden değerlendirmediğimiz bir maç olsaydı... Fakat elverişsiz teknik yönetim ve maçın yetkilisinin etkisi ile böyle bir yazı yazmak zorunda kaldım. Son olarak Burak Yılmaz'a gösterilmeyen ikinci sarı kartın bedeli de düşünüldüğünde hakem etkisinin boyutlarını düşünmeyi futbol severler tahmin edebilirler az çok... Gözlemci raporunda eminim kötü maç yönettiği yazacaktır... Şimdi olay Aziz Yıldırım'ın söylediği sözler ile yaptıkları ile bağdaştırıldığında olası Fenerbahçe şampiyonluğunun "marka değerli" ligimize "cuk" oturacağı aşikâr...